Anadolu’nun ‘merhamet’inden, ‘hüsnüzan’ından söz edilecekse benim aklıma Zeycan Kaban gelir. Başka deyişle o, merhametin ve hoşgörünün vücut bulmuş haliydi.
Dile kolay, koca bir asrı devirip 104 yaşına merdiven dayamış bir çınardan söz ediyoruz. O çınar ki çocukla çocuk, gençle genç, yaşlıyla yaşlı olandı. Yanık bir türkü duymaya görsün gözyaşı dökerdi. Bir de kavuşmalara, bir de ayrılıklara ağlardı. Bir yerde oyun havası çalsa kalkıp oynar, gençleri davet eder, şakalaşır, güler eğlenirdi. İlerlemiş yaşına aldırmadan çalışır, koştururdu. Elden ayaktan pek düşmedi ama durulduğu son yıllara dek canlılığını korudu. Konuşmayı şehvetle severdi, muzipti. Öyle candan, öyle içten ve ciğerliydi ki anlatamam.
Sekiz can büyütmüş; başı secdeden kalkmamış; tarlada, çayırda, bağda bahçede ömür tüketmiş; çok çekmiş, çok gün görmüştü. Gözlerinde, onca yaşanmışlığın izleri okunurdu. Her kim yanına otursa elini tutar, sıkı sıkı sarar, sıcacık sevgisini geçirirdi. Bir seferinde bu elden kurtulmak isteyen oğlunun kızının çocuğu, ‘babaanne tuvaletim geldi’ demiş, bizim ki ‘bırakmam’ diye diretmiş, ufaklık mızmızlandıkça ihtiyar latifesini sürdürmüş, gülüp keyiflenmişti. Hep öyleydi. Her şeyi güzelleştirir, küçücük şeyleri neşeye, keyfe dönüştürürdü.
Uzun bir aradan sonra 1990 yılında köye gitmiştim. Minibüs, evimizin tam karşında, yol kenarında beni indirmiş, son köye doğru hızla yol almıştı. Bense valizimi ve fotoğraf çantamı yüklenip eve doğru yöneldiğimde, bir bağırış, bir ağlama kopmuştu. Eve yaklaştım ki taşın üstüne oturmuş, ellerini dizine vurup beni getiren yollara kurban olan, gözyaşı döken, bir yandan sevinen Zeycan Kaban’dı.
Ve o kucaklaşmayı, o anı hiç unutamadım.
Sonra ne zaman yolum düşse memlekete, elimden tutardı. Rehberim, yol arkadaşım olurdu. Kırları, bayırları gezerdik. Ne çok ot yedirmişti bana. Bazen bir kökü, bir dalı, dikenlerinden ayırdığı bir sapı, bir yaprağı… ‘Babaanne zehirli olmasın bunlar’ dediğimde tedirginliğimi gülerek ikna ederdi. Doğayı, toprağı bilirdi o.
Heyhat, gül yüzlü arkadaşımı, can dostumu, babaannemi kaybettik. ‘Allah rahmet eylesin’, ‘mekânı cennetolsun’ demekten ötesi gelmiyor elden. Şair demiş ya, ‘Bugün efkârlıyım açmasın güller/ Sevdiğimden kara haber verdiler.’ İşte öyle, efkârlanmak, kederlenmek ve göresmekten başka.
Fotoğraf ve Yazı: Engin Kaban
Dile kolay, koca bir asrı devirip 104 yaşına merdiven dayamış bir çınardan söz ediyoruz. O çınar ki çocukla çocuk, gençle genç, yaşlıyla yaşlı olandı. Yanık bir türkü duymaya görsün gözyaşı dökerdi. Bir de kavuşmalara, bir de ayrılıklara ağlardı. Bir yerde oyun havası çalsa kalkıp oynar, gençleri davet eder, şakalaşır, güler eğlenirdi. İlerlemiş yaşına aldırmadan çalışır, koştururdu. Elden ayaktan pek düşmedi ama durulduğu son yıllara dek canlılığını korudu. Konuşmayı şehvetle severdi, muzipti. Öyle candan, öyle içten ve ciğerliydi ki anlatamam.
Sekiz can büyütmüş; başı secdeden kalkmamış; tarlada, çayırda, bağda bahçede ömür tüketmiş; çok çekmiş, çok gün görmüştü. Gözlerinde, onca yaşanmışlığın izleri okunurdu. Her kim yanına otursa elini tutar, sıkı sıkı sarar, sıcacık sevgisini geçirirdi. Bir seferinde bu elden kurtulmak isteyen oğlunun kızının çocuğu, ‘babaanne tuvaletim geldi’ demiş, bizim ki ‘bırakmam’ diye diretmiş, ufaklık mızmızlandıkça ihtiyar latifesini sürdürmüş, gülüp keyiflenmişti. Hep öyleydi. Her şeyi güzelleştirir, küçücük şeyleri neşeye, keyfe dönüştürürdü.
Uzun bir aradan sonra 1990 yılında köye gitmiştim. Minibüs, evimizin tam karşında, yol kenarında beni indirmiş, son köye doğru hızla yol almıştı. Bense valizimi ve fotoğraf çantamı yüklenip eve doğru yöneldiğimde, bir bağırış, bir ağlama kopmuştu. Eve yaklaştım ki taşın üstüne oturmuş, ellerini dizine vurup beni getiren yollara kurban olan, gözyaşı döken, bir yandan sevinen Zeycan Kaban’dı.
Ve o kucaklaşmayı, o anı hiç unutamadım.
Sonra ne zaman yolum düşse memlekete, elimden tutardı. Rehberim, yol arkadaşım olurdu. Kırları, bayırları gezerdik. Ne çok ot yedirmişti bana. Bazen bir kökü, bir dalı, dikenlerinden ayırdığı bir sapı, bir yaprağı… ‘Babaanne zehirli olmasın bunlar’ dediğimde tedirginliğimi gülerek ikna ederdi. Doğayı, toprağı bilirdi o.
Heyhat, gül yüzlü arkadaşımı, can dostumu, babaannemi kaybettik. ‘Allah rahmet eylesin’, ‘mekânı cennetolsun’ demekten ötesi gelmiyor elden. Şair demiş ya, ‘Bugün efkârlıyım açmasın güller/ Sevdiğimden kara haber verdiler.’ İşte öyle, efkârlanmak, kederlenmek ve göresmekten başka.
Fotoğraf ve Yazı: Engin Kaban
***
Gazeteci-Yazar Engin Kaban'ın, hayata kattıklarıyla anlatmaya çalıştığı babaannesi Zeycan Kaban, asrı devirmiş bir ömür ile göçtü bu dünyadan.
Evet, Bayburt asırlık bir çınarını daha kaybetti. Aşağı Çimağıl Köyü'nden Zeycan Kaban (104), dün öğlen suları hayata gözlerini yumdu. Ve sevenlerinin dualarıyla doğduğu topraklarda son yolculuğuna uğurlandı. Oğlu Köksal Kaban, torunları gazeteci-yazar Engin Kaban ile Aşağı Çımağıl Köyü Muhtarı Nihal Kaban'ın nezdinde tüm Kaban Ailesi'nin başı sağ olsun.
Engin Kaban'ın 1993 yılında Atlas Dergisi'nde yayınlanan 'Bayburt'un Beş Bin Yılı' başlıklı röportajından.
Gazeteci-Yazar Engin Kaban'ın, hayata kattıklarıyla anlatmaya çalıştığı babaannesi Zeycan Kaban, asrı devirmiş bir ömür ile göçtü bu dünyadan.
Evet, Bayburt asırlık bir çınarını daha kaybetti. Aşağı Çimağıl Köyü'nden Zeycan Kaban (104), dün öğlen suları hayata gözlerini yumdu. Ve sevenlerinin dualarıyla doğduğu topraklarda son yolculuğuna uğurlandı. Oğlu Köksal Kaban, torunları gazeteci-yazar Engin Kaban ile Aşağı Çımağıl Köyü Muhtarı Nihal Kaban'ın nezdinde tüm Kaban Ailesi'nin başı sağ olsun.
Engin Kaban'ın 1993 yılında Atlas Dergisi'nde yayınlanan 'Bayburt'un Beş Bin Yılı' başlıklı röportajından.