Batı’nın elinden Kürt kartını kim aldı?

Abone Ol

Batılı ülkeler yıllardır uğraştıktan bu kadar sonra, Kürtler üzerinde bu kadar “ayrılıkçı kışkırtıcı” çalışma yaptıktan sonra, “ellerindeki kartları” kaybedeceklerini asla düşünmemişlerdir. Sadece onlar değil, içeride onlara çok güvenen, bütünüyle hesaplarını Batılı servislerin birinden yana yapmış olanlar da böyle bir ihtimali yok sayarak hareket etmektedirler ve halen şaşkınlıkla, öfkeyle bu işin devam edebileceğini “ümit etmek istemektedirler”.

Batı ülkeleri yıllardır Kürt sorunu üzerinde ciddi çalışmalar yapmışlardır. Bu çalışmaların hedefindeki ülke de Türkiye’dir. Sevr’de ülkenin önüne konulan ve milli mücadelede büyük ölçüde yırtılıp atılan mesele de bununla ilgilidir. Büyük ölçüde diyorum, çünkü “Musul Eyaletinin Misakı Milli’nin içinde yer almasına rağmen Lozan’da kaybedilmesi”, Milli Mücadele’nin başarısına masada düşen gölge gibidir. Bununla beraber, Musul’un kaybedilmesi Batı’yı tatmin etmeye yetmemiştir.

Oyun bozuluyor mu?

Bu konuda enstitüler kurmaları, çeşitli bilimsel kurumların üzerinden yürüttükleri faaliyetlerin yanı sıra politik, istihbari ve örgütsel çalışmalarla da daha kapsamlı çabalar içindedirler. İsyanlar,  ayaklanmalar nihayetinde terör olaylarında şu veya bu düzeyde bu çalışmaların payı bulunmaktadır.

Ortadoğu bölgesinde yer alan ülkelerin sorunlu yapılarının, bu problemin büyümesindeki rolünü görmezden gelmek vahim bir hata olur. Bölge toplumlarındaki anti demokratik siyasal yapılar, militer devlet düzenleri, otoriter siyasal rejimler; devletlerle-halkları karşı karşıya getirdikçe bu durumdan en fazla istifade eden, şüphesiz ki bu bölgeyi ilânihaye kontrol altında tutmak isteyen Batı sistemi olmuştur. Bölge halklarının taleplerini dikkate almayan, “kendi halklarına savaş açmış” militer devlet yapılarının, otoriter rejimlerin “ayrıştırıcı etki” diyebileceğimiz bir yönetim biçimine sahip olmaları, bu bölge halkalarında nefret duygusuna vesile olmuştur. 

Ayrılıkçı hareketlerin beslendiği zemin, bu uygulamaların sonucunda ortaya çıkmıştır. Nitekim imparatorluktan sonra bölgedeki çeşitli halklar, kurulan yeni devlet düzenlerinin altında uzun yıllar toplumsal ve siyasal entegrasyon imkânlarından mahrum olarak, baskı ve zulüm görmüşler ve bu durum birçoğunda devam etmektedir.

Akraba halkların birliği

Türkiye bu ülkeler içerisinde, hem devlet geleneği hem demokrasi tecrübesi bakımından, farklı bir konuma sahip olmasına rağmen, “tek parti yönetimi” altında geçen uzun yıllar, devlet zoruyla halkın kültürüne yapılan baskılar “Batıcı, Laisist” politikalarla inanç alanına dönük saldırılar, Türkiye’de de halkın devlete olan güven duygusunu zayıflatmış bulunmaktadır. Bilhassa, askeri darbeler ve cunta yönetimleri insan hak ve özgürlüklerine yapılan saldırılar, başta dini gruplara etnik topluluklara karşı baskının arttığı dönemlerdir ve bu dönemler aynı zamanda ayrılıkçı hareketleri besleyen olaylara yol açmıştır.

Türkiye’deki ayrılıkçı terör hareketi, şüphesiz sadece bu olaylarla açıklanamaz. Meselenin birçok boyutunun yanında, batının Kürt toplulukları üzerinde, bölge ülkelerinde yeni bir operasyon yürütmek için yaptığı çalışmalarının etkisini göz ardı etmemek gerekir.

Türkiye yepyeni bir şey yapmaktadır: Birincisi; çözüm süreciyle terörü bitirerek kendi Kürtleriyle arasına sokulmak istenen “ayrılıkçı anlayışı başarısızlığa uğratıp bütünleşmeye” çalışıyor. İkincisi; başta Irak olmak üzere, bölgede yaşanan Kürtlerle ittifak yaparak onları kendi ülkelerinde yönetime katarak, demokrasi içinde birlikte yaşamanın yollarını inşa etmeye çalışıyor. Üçüncüsü ise; Batı’nın bölgemize çizdiği haritaların üstünde, yeni bir dayanışma zemini kurmaya çalışıyor. Burada başta Kürtler olmak üzere, bütün akraba halkların birliğine giden yolun kapısını açmaya çalışıyor. Batı’nın elinden Kürt kartını kim alıyor dersiniz?