Baksı Müzesi'ne Avrupa Konseyi Ödülü
'Orada doğdum. Öğrendiklerimi ve düşündüklerimi doğduğum yere taşımak istiyorum' diyerek moderni de, gelenekseli de Bayburt'un Baksı köyündeki bir müzede buluşturan ressam ve akademisyen Prof. Hüsamettin Koçan'ın ilginç öyküsüne bu kez Çaykur'un dergisi Çaylık'ta rasladık. Haberi de önce Çaylık'ta gördük; dün de Doğan Hızlan'ın yazdı: Baksı Müzesi, Aralık ayında Avrupa Konseyi Parlementer Meclisi'nde yapılan bir oylamayla '2014 Avrupa Konseyi Müze Ödülü'ne layık görülmüş.
Şirketlerin, özellikle de iyi reklam verenlerinin, para karşılığı dağıtıldığını 'Mısır'daki sağır sultanın duyduğu', fazlalığı nedeniyle sıradanlaşmış abuk sabuk onlarca ödül haberini çarşaf çarşaf yayınlayan 'ana akım medya' (mainstream media), Avrupa Konseyi Ödülü'ne gereken iltifatı pek göstermedi…
Bu ödül, geçtiğimiz günlerde de Strasbourg'da düzenlenen törende Hüsamettin Koçan hocaya takdim edilmiş. Bu ödülü hak ederken, iki önemli müzeyi geride bırakmış Hoca: Letonya'dan Zannis Lipke Memorial ve İsveç'ten Bildmuseet'i… 'Hıristiyan Avrupa Müslüman Türkiye'ye ödül mödül vermez!' diye düşünenleri de şaşırtmış… Davete kültür sanat dünyasından isimlerin yanısıra Bayburt Valisi, Erzincan Valisi ve Bayburt Ticaret ve Sanayi Odası Başkanı da katılmışlar.
Sergileme salonu, yöre mimarisinin özelliklerini taşıyan Bayburt Evi, konferans merkezi, kütüphanesi ve konuk eviyle yolun bittiği bir tepenin üzerinde olağanüstü bir ışık olarak çevresini aydınlatan Baksı Müzesi'nin ödüllerine sevinirken, aynı zamanda tanık olduğumuz iletişim başarısına da şapkamızı çıkaralım.
Yapılan 'iyi işler', doğru ve tutarlı bir iletişimle duyurulabildiğinde, işin hakikati ile algılanması arasındaki makası kapatabilmek mümkün olabiliyor. Köyüne ve ailesine olan vefa borcunu, yıllar sonra anne ve babasının mezarlarının tam karşısına dünya standartlarında bir müze kurarak ödemeye çalışan ressam Prof. Hüsamettin Koçan, tam da arzu ettiği gibi 'pazarın, piyasanın kuralları'na da boyun eğmeden, müzesini dünyaya tanıtan, mütevazı ama kendi içinde iddialı bir 'iletişim stratejisini', bana sorarsanız daha doğru bir deyimle 'ilişki stratejisini' başarıyla uyguluyor.
Kuş uçmaz kervan geçmez zannedilen bir mekânda ortaya çıkardığı bu eser 'hikâyesi'yle o kadar güçlü ki, bu müzeden haberdar olan herkesi ilk duyduğu anda derinden etkiliyor. 'Duygusal değeri'ndeki mânâ derinliği, liderlik ettiği bu müthiş serüvenin tüm süreçlerinde Hüsamettin Koçan hocayı, her zaman kaçındığı 'Pazar koşulları'nın sert rekabetinden bile koruyor.
Daha önce bu sütunlarda yine bu müthiş müzedeki bir sergi nedeniyle yayımlanan 'Baksı – Bir Boşluğa İşaret Bırakmak' adlı kitaptan söz ederken de ifade ettiğimiz gibi, 'Aidiyet duygusu, sahip olma duygusundan güçlü olan'ların, sanat ya da siyaset, hangi alanda olursa olsun ülkemize yaptığı katkılar, kaynağını öncelikle 'çalışkanlık'tan değil, 'hayaller'den alıyor. Önce 'hayaller ve arzular', ardından disiplinli ve özenli çalışma geliyor.
Heyecanlanmamak mümkün mü?
Çaylık dergisinde Hoca'nın sanat anlayışını ifade ettiği cümlelerle noktalayalım yazımızı:
'Baksı projesi benim hayatımın projesi. 'Sanat insanın ayağına gitmeli' anlayışının bir sonucu. Sanat, merkezde olarak kendisini daha gururlu hissedemez. İnsan neredeyse sanat da oraya gitmeli. Ben Marmara Üniversitesi'nde dekanken, Göztepe'de galeriler açtık. Birçok kişi, 'Bunlarla ne uğraşıyorsun, Beyoğlu'na git,' dedi. Merkezde değil diye başlangıçta kabul görmeyen o sergilerin her biri 500 kişiyle açıldı. İnsan alışkanlığın dışına çıkıp doğru dürüst bir şey yaparsa heyecan yaratır. Sanat en uzağa gitsin, ne olacak? Etrafında bu kadar alkış olmasa da olur. Baksı'da açtığımız merkez bunun bir örneğidir.'
Alkışlar, kalabalıklar, ana akım medya desteği olmasa ne gam! Gönülden verilen destekler Baksı Müzesi'ni uçurmuyor mu? Ta Strasbourg'a kadar…