Baksı Müzesi Bayburt'un neyi olur?

Abone Ol
(Bu zor günlerde güzelliklerden bahsedelim istedim)

Çok uzun zamandır bu yazıyı yazacaktım ama o ‘kraldan çok kralcı görünme’ ucuzluğuna düşme endişesi yok mu? Bu yüzden de Baksı Müzesi gibi dünyada eşi benzeri bulunmayan; bu, kendini vakfetme ve adanmışlık örneğini, ihtiyacı olmadığı halde her ortamda inanarak savunup, övmeme rağmen yazmamak için yıllardır kendimi frenledim. Şimdi 5 yıl aradan sonra dayanamadım yine yazdım! Bu bir kınama ya da eleştiri yazısı değil sadece hemşerilerimle dertleşme yazısı. Hoş, ben yazsam ne, yazmasam ne olur? Çünkü zaten neredeyse her hafta ulusal ve uluslararası ya bir gazete ya bir televizyon ya da haberde Baksı Müzesi, Bayburt veya kurucusunun adı geçmekte.

Önce şunu belirtmeliyim: Baksı Müzesi’nin bilebildiğim süreçte Bayburt'un kimliği, bilinirliği, sürdürülebilir istihdamı, çocukların zihinsel gelişimi, turizmi, kültürü ve düşünsel iklimine yaptığı katkıyı hiç bir kişi, kurum ya da kuruluş yapamadı. İl olduğu dönemde bile ulusal ve uluslararası medya ve mecrada böylesine çok boyutlu, düzenli, tanıtıcı ve sürekli yer almadı.

Biliyoruz ki beyazın değeri en iyi siyahta görünür. Baksı Müzesi yerel ile evrensel, geleneksel ile güncel ve merkez ile çeperi yanyana, birbirini kırmadan, birbiriyle rekabet etmeden ve birbirini besleyen bir saygıyla sunduğu için sayısız başarı, ödül, ilgi ve desteği hak ediyor. Ve bu yüzden benzersiz bir model olarak hem dünyaya hem ülkeye hem de Bayburt’a kendini pozsuz, tavırsız açık yüreklilikle sunuyor. Aslında Baksı buralara Turnusol Kağıdı etkisi yaptı. Bir tarafta tarihi, coğrafyası ve sivil mimarisi olağandışı bir kent; doğal ve geleneksel dokusu tahrip edilip, katledilirken öte yanda cesur, sürdürülebilir, estetik, kaliteli ve üretime dayalı bir model; tek kişi ile ona inanmış eşi ve dar bir arkadaş çevresiyle gerçekleştirildi.

O, orada Bayburt'un hoyratça doğal ve yapısal tırpanlanmasına inat, herkesle her yönden bağını sağlam tutarak çeper ile merkezin ilişkisine örnek bir proje olarak kendini sundu. Asla burnu büyüklük yapmadan, mütevazi ama iddialı, halka çok yakın ama tutarlı, ordan biri ama oranın ilerisinde bir konuma odaklandı. Sözü elbet bir yere getireceğim ama önce neye sahip olduğumuz bir hatırlayalım.



Önce hepimizin bildiği ama belki unuttuğumuz, aldığı ulusal ve uluslararası ödüllerden önde gelenleri sıralayayım: Başta 2014 yılı Avrupa Konseyi Avrupa’nın En İyi Müzesi Ödülü, 2015 Yılı BMM Kültür Sanat Onur Ödülü, 2017 Yılı Kültür Bakanlığı Yılın En İyi Kurumu Ödülü, 2018 Yılı ICOM Dünya Müzeciliğini Etkileyen Üç Kurumdan Biri, 2019 Contemprorary Art Yılın En İyi Sanat Kurumu Ödülü, 2020 Tüyap Sanat Fuarı Yılın Sanat Kurumu Ödülü ve müzecilik uzmanlarının seçtiği ‘Türkiye’nin En İyi 5. Müzesi’ gibi daha bir çok ödül. 
 
Şimdii, elbette bu emsalsiz hizmeti bir çoğumuz takdir edip, beğenip, arka çıkmaktayız. Benim sözüm bu kadir kıymet bilen değerli hemşerilerime değil; benim sözüm bir kesimin tuhaf bir ilgisizliği ya da umursamazlığına. Hatta tek tük kimileri içinden “amann adam işte orada bir şey yapmış” diye düşünebilir. Bence bu biraz da Baksı’nın yöre için anlamını kavramamaktan kaynaklanıyor. Oysa orada, o doğru düzgün yolu bile olmayan köyde; dağın başında usta yokken, para yokken, imkan yokken bir mucize var etmiş bu niyete karşı kimi ortamlarda gördüğüm tavıra doğrusu canım sıkılıyor. Hem de ne için? Çoluk çocuğu yok ki ‘onlara miras bırakmak için’ denilsin! Kardeşlerini ya da yeğenlerini bile resmi en küçük bir işine bulaştırmamış ki altında bir şey aransın! Orası, sadece köye, köylere, Bayburt’a ve insanlara ışık saçsın, toprağa bağlasın, istihdam üretsin ve para kazandırsın diye tasarlanmış bir ideal!

Bütün bunlar bir gerçek, bu gerçeği görmezden gelen, reddeden ya bilgi ya da vicdan sahibi değildir. Bunu kavrayacak bilgisi olmayanların, bu üst düzey hizmetin uzun vadede yörenin çocuklarına, ekonomisine, kadın istihdamına ve düşünsel gelişimine yapacağı katkıyı anlayacak halleri de yoktur. Bu ülkenin her bir yerindeki demokrat ve hukuk devletine inanmış yurttaşları; toplumsal bilinç savrulması ile böylesine bir kültürün aynı topraklarda boy vermesine hem şaşıyor hem de onur duyuyorlar. Yani, demokrat, tarafsız ve özgürlükçü bir toplumda başta gelen davranış ve eğilim, bu türden değerlere karşı ilgi, saygı ve destek olmaktır.

Baksı'da düzenlenen ve bütün Türkiye'de ses getiren bir iki sergi ya da etkinliğe katılan ama içlerinden "iyi de ne yani şimdi amacımıza hizmet etmez, hem Bayburt'un içinde bile değil, bi de millet her etkinliğe niye bu kadar katılıyor ki anlamıyorum" diye karınlarından konuşanlar olabilir. Oysa orası temiz niyetli, doğru konumlanmış, sürdürülebilir hizmetler sunan, toplumsal bilinci besleyici ve aynı zamanda bir iş modeli: Müze mimari tasarımıyla, coğrafyasıyla, güncel ve yerel sanat koleksiyonuyla, çocuklarla gençlerin sanat ve zenaatla tanışmasıyla, başarılı olanların burs almasıyla ve Kadın İstihdam Merkezi'nde el işleri üretimi projesiyle Bayburt ve çevresine olan/olacak katkıları ortada. Böylesine çıkarsız, derin anlamlı, kapsayıcı ve bilinçli bir toplumsal kimlikli proje, inanın sınırlarımızı bile aşıyor. Yoksa bu serinlik; her hangi bir alanda kimilerinin siyasi veya ideolojik emellerine yardım ve yataklık yapmadan, araya mesafe koyup ancak her türden düşünceye saygılı bir yakınlıkta durduğu için mi bilemiyorum?

Bir de, kırk yılda bir Müze için her hangi resmi kurum ya da kişiye bir işi düşse destek olanlar var ama diğer yandan süreci uzatanlar, oyalayanlar da var; bu hal kendisini diğer tüm işlerinden çok yoruyor biliyorum. O ve eşi malını canını, varını yoğunu oraya, o toprağa çocuklara, kadınlara, köylere, bayburt’a bağışladığı halde bir kısım ‘zevat’ bunu görmemek için gözlerini kapatıyor. Ama bunlar bir gerçeğin üstünü örtemez. Baksı sayesinde Bayburt'un itibarı arttı, bunun yanında niteliği ve kalitesi de yükseldi. Bayburt'un Türkiye belleğindeki kimi olumsuz algısı da Baksı sayesinde geriye itildi; adı kültürle, sanatla ve farklı bir uzlaşma anlayışıyla anılmaya başladı.

Ortada anlam, içerik, dayanışma ve proje olarak kendini bir çok alanda kanıtlamış, yarınlara kalacak sürdürülebilir bir özveri, emek ve hizmet var. Bu mucizevi işi gerçekleştiren Prof. Dr. Hüsamettin Koçan yıllarca Marmara Güzel Sanatlar Fakültesi’nin üç dönem dekanlığını yapmış biri, ancak Bayburt'la ilgili yapısal, kültürel ya da kentsel tasarımla ilgili bir girişim, etkinlik, yaptırım veya kararda kimse bu deneyimden yararlanmayı, en azından paydaş yapmayı nedense akıl etmiyor, ya da hadi söyleyeyim görmezden geliyor. Örnekler mi? Söz gelimi Çoruh’un ıslah edilirken katledilişi, Şehit Osman tepesinin lunaparklaştırılması ya da Kırkpaharlar’ın yok edilmesi veya Üniversite ile ilgili yapısal bir çözüm, tasarım, malzeme veya ulaşım ya da yol tabelası için "ya hu burda böyle bir uzman birikimi var, işin başında yola çıkarken şunun bir fikrini alalım" düşüncesi yok!..






Bayburt’un gelişmesi ya da değişimi için projeler yapılıyor; kimse de daha işin başında önceden gelip "biz bu işi gerçekten daha nitelikli ve Bayburt’un geleneğine uyumlu çözmek istiyoruz ne yapmalıyız" demiyor. Bazen de her şey olup bittikten sonra "şuna bir bakıver bi kusuru var mı" denildiği oluyor. O saatten sonra yapılacak müdahale, klişe üretilmiş bir işe soğuk su katmaya ya da işi yaptıran kurumla ‘papaz’ olmaya değer mi? Hani eski meseldeki ‘gelinin süslenip püslenip gelip de kaynanaya "ben düğüne gidiyorum iznin var mı" demesine benzemiyor mu bu? Yine buna benzer, çevre turizmiyle ilgili bir konferans düzenlenir; tek başına Bayburt'un üç yılda çektiği ziyaretçiden fazlasını bir yılda çeken Baksı orda da yok! Bu nasıl bir düşünsel yarılmadır? Belki de kentin söz sahibi atanmış, seçilmiş ya da kimi iş çevreleri, her şeyiyle kendileriyle benzeş ama benzer de olmayan bu yapıyı anlamıyorlar veya kendi vasat dünyalarını sarsacağı için onun toplumla bağının önüne set çekiyorlar. Oysa o, kamusal bir alana sadece bir uyum anlatıcısı, işlev gözeticisi ve estetik endişesiyle destek olmak için yaklaşır. Kimsenin işine burnunu sokmaz.

Ben size bi şey söyleyeyim mi: Aslında bu niteliği tanımama, tek tek bireylerin arzulamadığı ama ülkenin içine çekildiği 'fikrin taraflaşması' sarmalının suçu olmakla birlikte, sanırım ele geçirilmiş iş yaptıran iradenin ‘işi bilemeyişinden de besleniyor. Bu yüzden Bayburt'ta yapılan hemen her iş, ama her iş bütünsel düşünülmemiş, eklektik, dayanıksız, dağınık; temsili ile uyumu ise içler acısı. "Elimizdeki imkanlar ve insan kaynakları bu kadar" demek kolaycılık. Bizden çok daha olanakları kıt yerler eğer çok daha iyilerini beceriyorlarsa, bu sadece bilmediğini bile bilebilecek bilgi birikimine sahip olamayıştan kaynaklanıyor olabilir mi? Bana kızmayın, bunu bir düşünün!

Oysa, içeride olsun dışarıda olsun birey, şirket ya da kurumlarla kurduğu ilişki biçimi üretken, yararlı ve içten ama Bayburt’un kimi bürokrasisi ve algılanma şekliyle sorunlu. Bu neden acaba? Ulusal ve uluslararası tarafsız bir çok kurumun takdirini almış böyle bir örnekle kurulan ilişki neden sorunlu olur ki? Onun işi zor, başkası olsa çoktan pes eder ‘bana ne’ derdi, çünkü işi gerçekten zor! Sanatın plastik, fonetik ve yapısalcı her alanıyla kurduğu olağandışı kalite anlayışlı hizmet aşkının tatmini olmasa bu çekilir çile değil. Yanısıra sanatçı kimlikli eşi saygıdeğer Oya Koçan’ın özverili ve koşulsuz desteği olmasa, ünü sınırları aşmış bu mucize orda boy vermez çoktan kururdu.

..ve ben onların niyetini çevresindeki herkesten iyi bildiğimi düşünüyorum? Çünkü 20 yıl önce Dekanlık odasında birlikte çay içip sohbet ederken birden Müzenin ilk taslak projesini çıkarıp “Ahmet, bizim köye bir müze yapacağım” dediği günkü heyecanının asla azalmadığını görüyorum.. Bir anı daha; on yıl kadar önce bir kış günü İstanbul’da Acıbadem’deki atölyesine öylesine ziyarete gittim. Grip olmuş ve tir tir titriyor. Sanırım müzenin ana binasının kurşun kaplama çatısında yağmur ve sonra kar fırtınasında kaplamada bir sorun çıkmış, damlıyormuş. “Ahmet, Bayburt’a gidiyorum” demesin mi? Ben şaşkınlıkla "kendini niye bu kadar hırpalıyorsun bırak hallederler" dediğimde "Ahmet orası ve o toprak benim çocuğum, ne diyorsun" demesini unutamam! Böyle anlaşılmaz biri, öncü bir kişilik o. Köyüne uyum gibi her engeli aşıp, sonra mütevazilikle yoğurup çevreye, memlekete nasıl ekonomik yararım olabilire çevirmiş biri o. İlk günden bugüne ona inanç ve güvenim bu nedenle limitsizdir.

Oranın anlam, amaç ve ilkelerini herkes paylaşmayabilir. Ancak bir gerçek var ki bu kurum Dünya kültür ve sanat ortamında ışık saçan bir marka. Ve bu kurum Bayburt’ta. Bu kurumun deneyimlerinden ve yarattığı kamuoyundan yararalanmak gerektiğini düşünüyorum. İşte bu yüzden orası bana göre Bayburt'un hala anlamadığı, bilemediği şansı. Bu yüzden orası anlayanlar için değil ama anlamayanlar için üvey evlat muamelesini haketmiyor. Orası bayburt’un yüz akı ve o, itibar yükseltici biri. Orayı, oradaki her etkinliği her bakımdan her açıdan yargılamadan arkalayalım.

Son sözü söyleyeyim de içim ferahlasın. O ve eşi Oya Koçan, bu iki fedakar insan, belki de bu yazıyı okuduklarında bana kızacaklar. Bu halimde ve tavrımda "kraldan çok kralcı" bi yan bulacaklar. Olsun bu kendilerine rağmen bile savunulacak bir yüce gönüllülük. Değer! Gelecekte bizlerin hiç biri yeryüzünde olmadığımız zaman bile orası Baksı Vakfı'nın aklı başında uzantılarıyla çevreye ışık saçan bir odak ve çevreye yararı olan bir örnek olmak dışında kültür turizminin ziyaret yerlerinden biri olacak. Bunu, bu odağı gören, bilen anlayan ve omuz verenlere selam olsun. Çok çok az bir kesim ise gelecekte ordaki büyük amacı anlamayıp uzak durmaları nedeniyle bu onurdan mahrum kalacaklar. Tarih bunu yazacak. 

Orası el değil, hepimizin birinci kuşak akrabası biline.