Erzurum'a doğru giderken, Kop Şehitleri Abidesi'nin bulunduğu tepeye varmadan yolun solunda kalan daha yüksek ve heybetli olan dağın adı Bahtlı'dır, halk arasında Bahtılı diye bilinir. Güçlü Rus Ordusu Birinci Dünya Savaşı devam ederken Kafkas Cephesinde; Osmanlı topraklarına girip, 15 Şubat 1916'da Erzurum'u, 19 Nisan'da Trabzon'u işgal etmişti. Trabzon, İspir, Masat Deresi, Aşkale yönlerinden kalabalık birliklerle kuşattıkları Bayburt’u ise dört buçuk ay gibi böyle bir savaşta çok uzun sayılacak sürede ve çok büyük kayıplar vererek ancak ele geçirebildiler.
Bayburt'a varmak isteyen bir vasıta, hangi yönden giderse gitsin muhakkak yüksek bir dağ geçitinden geçmek mecburiyetindedir. Erzincan'dan giderken Pösge Dağı ve Geçidi, Erzurum'dan giderken Kop dağı ve geçidi, Trabzon'dan giderken Zigana ve Soğanlı Dağı ve Geçidi, Kelkit tarafından Köse Dağı ve Geçidi, Şiran tarafından Çilhoroz Dağı ve Geçidi gibi...
Çanakkale'de savaşan tecrübeli birliklerle takviye edilmiş, Bayburt, Of ve Sürmene civarı sivil halktan oluşan milis kuvvetlerinin yardımı ettiği Osmanlı Türk Ordusu; Sultan Murat, Soğanlı, Yamalı, Müşehrek, Danzut, Ortakol Kabaktepe, Masat Kaledere, Kop, Bahtlı'daki yüksek savunma siperlerinde 1916'da, tarihe geçecek büyük bir savunma örneği verdi.. 3. Ordu Komutanı Vehip Paşa gibi; dört ay boyunca Bayburt'ta karargâh kurduğu Ozulu Ethem Efendi Konağında harbi yönetip, tuttuğu günlüklerle tarihe ışık tutan Fevzi Çakmak da, 1939'da Genelkurmay tarafından basılan günlüklerinde bu savunmayı 'başarılı olmuş Plevne' diye nitelendirir.
95. Piyade Alayı'nın Harp Raporu, 96. Alay 1 ve 3. Taburların Harp Cerideleri, Mareşal Fevzi Çakmak'ın yukarıda bahsettiğimiz anıları, mücadeleyi birbirlerini teyid ederek tüm ayrıntıları ile gözler önüne serer.
Kop Dağı'na 28 Nisan 1916'da tüm gücü ile yüklenen Rus Ordusu Osmanlı Ordusu'nun ileri karakolllarını zapt ederek Bahtılı Dağı'na doğru tırmanışa geçti. Şiddetli çarpışmalardan sonra ertesi gün Bahtlı'dan geri çekilmeye mecbur kaldı. Bu çarpışmalarda Bahtlı'daki Osmanlı Ordusu'nun 1. Bölüğünden Mülazım-ı evvel Faik Efendi ve otuz nefer sağ kaldı. 2. Bölükten sadece on nefer sağ kurtuldu. 3. Bölükten ise bir zabit vekili ve on nefer şehit oldu, 26 yaralı ve 12 esir de bu bölükten verildi. Bir diğer bölükten ise sadece Bölük Komutanı İsmail Hakkı ve Takım Komutanı Serhat Efendi sağ kaldı. Tüm sağ kalanlardan İsmail Hakkı Efendi komutasında Takım Zabiti Faik ve Şükrü Efendiler olmak üzere yeni bir bölük tertibedildi. Takibeden günler yani 29 ve 30 nisanda iyice şiddetlenen müsademe ile karşılıklı vuruşmanın en çetin anında Kop ve daha sonra Bahtlı Rus birliklerince işgal edildi. Bu tepeler sonraki günlerde çok defa el değiştirecektir. Karargâhını Bahtılı Tepesinde ve Kuzeye inen deredeki dik kayalıklarda kurmuş olan Kop Cephesi Erkân-ı Harbi Hayri Bey, bu tepelerin geri alınmasının tüm vatanın korunması için hayati önemde olduğunu bildiği için birliklerine hiçbir fedakârlıktan kaçmamalarını emrediyordu.
Kop'ta ve Bahtlı'da vatansever, iyi yetişmiş, etrafında çok sevilen seçme subaylar vardı. Birbirlerine saygıda kusur etmeyen, çok iyi analaşan genç subaylardan, Yüzbaşı Osman Ragıp ve yüzbaşı Hafız Halid Efendiler Harputlu idiler. Yüzbaşı İsmail Hakkı ile de Harbiye yıllarına dayanan tanışıklıkları ve dostlukları vardı. Bu cephede görev yapıp, Kop'ta da bulunan Doktor Mehmet Derviş Kutman’ın daha sonra Genel Kurmay tarafından; "Bir Doktorun Harp Anıları’’ ismiyle yayınlanan kitabında onları da anlatmış. Bütün kolordunun tanıdığı Yüzbaşı Hafız Halit; yakışıklı, iyiliksever, cesur bir Anadolu Delikanlısı idi. Güzel sesiyle söylediği Harput ağzı gazel ve türküleri dinleyenler hayran kalıyordu. Akşamları Binbaşı Deli Halit’e yakalanmamak şartı ile bazan istirahat yerlerinde toplanıp ondan Harput havalarını dinlemek Yüzbaşı ve daha alt rütbeli subayların en büyük zevki idi. Bayburtlu Yedek Subay-Tabur İmamı Ahmet Hasbî efendi de bu sohbetlere birkaç defa katılmış, bir defasında yakalandıkları Deli Halit Bey'in hışmından soğuktan donup dökülen ayak parmakları sayesinde kurtulmuştu. Kerküklü er Ahmed'in çaldığı bağlama eşliğinde; 'Kar mı Yağmış Şu Harput'un Başına', 'Ne Feryad Edersin Divane Bülbül' gibi türküler ve Harput-Kerkük Hoyratları ile dağlar yankılanıyordu. Sohbet esnasında Yüzbaşı Hafız Halit, Doktor Mehmet Derviş'e yarı şaka olarak, "-Doktor artık Harpten bıktım, ufak bir yara alıp istirahat etmek istiyorum ama önemli bir yara değil haa" demesinden birkaç gün geçmeden şehadete ulaşacaktı…
Kışın yağan metrelerce kar mart ve nisan aylarında varlığını muhafaza etmiş, hatta bir Rus bölüğü bu aylarda çığ altında kalmıştı. Kop'tan Soğanlı'ya kadar tüm cephelere farklı köylerde bulunan atları ile yetişen, o zaman genç bir subay iken halkın gözünde evliyalaşmış olan Deli Halit Bey'in kızdığı subaylara söylediği "-Vatan evlatları karı yastık etmişken..’’ sözü savunmanın karlı günlerini hatırlatıyor. Nisandan itibaren yeşeren dağlarda kekik, evelik, çaşur gibi yenen otlardan başka sadece Kop Dağlarında yetişen Kop Lalesi, sarı ve beyaz papatyalar, sümbüller, çeşitli renklerdeki çiçekler Temmuz ayının sıcak ve kurağında sararıp solmaya başlar. Karasal iklimin hüküm sürdüğü iki binin çok üzerinde rakımı olan bu coğrafyada çiçek mevsimi fazla uzun sürmez.
Bahtlı'nın düşmesi ile Bayburt savunmasının çökeceğini bilen Yüzbaşı İsmail Hakkı Efendi ve Yüzbaşı Hafız Halid Efendi çok zor olduğunu bile bile üstün düşmanla tamamen kuşatılmış birliklerine Bahtlı'dan taarruz emrini verdiler. Çok sevdikleri, gönülden bağlı odukları komutanları da başlarında olunca tüm varlıklarından, sevdiklerinden vaz geçip, ölümüne taarruza kalkan askerimiz, düşmanın 1. ve 2. Hat siperlerini, süngü hücumu ile darmadağın etti. Akabinde düşman birlikleri sağ ve sol cenahtan kuvvetli makinalı tüfek ateşi ile saldırıya geçti. Silah ve sayı üstünlüğünün sebep olduğu bu kanlı safhada askerinin moralini korumak isteyen Osman Ragıp Efendi ayakta kendisine has cesur tavırlarla askerinin harekâtını tertip ve tanzim ediyordu. Uzun boyu ile hedef olma tehlikesine aldırış etmiyordu. Başını geri çevirerek 3. Bölüğe, ön tarafta çok zayiata uğrayan Bölüğün takviyesi emrini verdiği esnada beynine nüfuz eden gaddar bir kurşunla şehadete ulaştı. Canından çok vazifesini ve vatanını kutsal sayan Yiğit Harputlu Osman Ragıp'ın Allah'ın rahmetine vasıl olması Alayı mateme boğmuştu.
Yoğun ve tesirli düşman ateşine ve Yüzbaşı Osman Ragıp'ın şehadetine rağmen askerde şevk ve heves kaybolmamıştı. İntikam duyguları ile mücadeleye devam eden Yüzbaşı Hafız Halit ve Yüzbaşı İsmail Efendiler de çok geçmeden şehit oldular. Savaşın bütününün en şiddetli anlarından olan bu müsadere üç saat sürdü. Neticede, son bir süngü hücumu ile bu kanlı mücadele düşmanın hezimeti ile bitti. Rus askerinin perişan vaziyetini gören 95. Alay Komutan Vekili Binbaşı Hüseyin Cevdet hadiseyi şöyle tasvir ediyor: ’’Düşman askerleri, kar siperleri arasındaki satıhtan yek diğerini tepeleyerek huruc ile pek meyilli yamaçlardan rahatça saklanacağı yer arıyordu. Askerimizin ateşinden korunmaya çalışıyorlardı. Cephemizdeki düşmanın akibetini gören sağ cenah siperlerindeki düşman erlerinin de aynı şekilde derelere akmaya teşebbüs ettiğini fark eden Üçüncü Bölükten Tortumlu Halil oğlu Mevlüd, etrafındaki arkadaşları ile Bahtlı Dağı'nın güney yamaçlarında üçü yaralı, diğerleri sağlam olarak 77 Rus neferini esir ederek, dizi kolu nizamında nezdime getirdi. Esirler ürkek ve titrek bir halde idi. Çünkü, zabitleri Türk Askerini onlara bir canavar vaziyetinde tasvir eylemiş idi. Adı geçen esirler haklarında icra edilen şefkatli ve güzel muamele üzerine hayret ettiklerinden, Türkçe konuşabilenleri minnetlerini arz ettiler.’’
2010 yılında Kop'ta Abidenin bulunduğu 2600 rakımlı tepenin karşısındaki Bahtlı Dağına, Mareşal Fevzi Çakmak'ın günlüklerinden öğrendiğimiz çok şiddetli çarpışmaların geçtiği yerleri görmek için çıkmıştık. Ağaç haline gelerek yamaçları kaplamış, kocamış çok sık Deli Çaşur otları arasından zorlukla tırmandığımız dağ; göründüğünden daha yüksekmiş. Abidenin dikili olduğu yere tepeden bakıyorduk. Dağın yamaçlarını orman gibi saran Deli Çaşur'un kökleri civarında yağmurlu havada çıkan ve parlaklığı ile uzaktan fark edilen zehirsiz ve çok lezzetli olduğu bilinen Göbek denen mantarlara da rastlıyorduk. Bin bir zahmetle çıktığımız Bahtlı zirvesi alabildiğine uzayan bir düzlüktü. Masat ve Aşkale'ye bakan yamaçlarda uzayıp giden, etrafında şarapnel parçaları, fişek artıkları, çürümüş konserve kutuları olan siper yerleri, taş toprak dolu olmalarına rağmen öylece duruyordu.
İsimsiz şehit mezarlarını ziyaret edip, 8 Mayıs 1916'da üç saatlik çarpışmada şehit olanları anarken, şehrin işgale uğradığı 17 Temmuz'a kadar vatan uğruna bu topraklarda yardan, anadan, serden, candan vazgeçmiş çoğu siper başlarında öylece şehid olup kalmış on binden fazla subay ve neferin ruhlarına fatiha okuyorduk...