Bahçeli, benim en büyük çelişkimdir

Abone Ol
Yıl 1970, Ankara’da yayımlanan Devlet Dergisi’nin künyesinden dolayı belleğime yerleşmiş o isim. Devlet Dergisi’nin adı, adı olmuş; Devlet Dergisi’nin ve MHP Genel Merkezi’nin bulunduğu “Bahçeli” semti de soyadı. Takmadır sanıyorum ben o “Devlet Bahçeli” ismini.

Erzurum’dan MHP Genel Merkezi’ne bir para gönderilmesi gerekiyor. Bana veriyorlar o parayı. Para Devlet Bahçeli adına havale edilecek. “Allah Allah var mı böyle biri?” diyorum. “Var ya olmaz mı?” diyorlar.

Olsun da, ben ki Ankara’da o yıllarda okuyan ülkücülerin ileri gelenlerinin hepsini tanırım; bu Devlet Bahçeli ile niye müşerref olamamışım?(1) 

O yılın Kasım ayında Ankara’da büyük bir yürüyüş oluyor. Erzurum’dan da bir otobüs ülkücü gidip katılıyoruz. Arkadaşlar yürüyüşten sonra Erzurum’a dönüyorlar, biz dönmüyoruz, İlhami Kafkas kardeşimle İstanbul’a geçeceğiz, Türkiye Milli Talebe Federasyonu (TMTF) Genel Merkezi’ne gidip, Erzurum Bölgesel Yürütme Kurulu’nun bir türlü gönderilmeyen ödeneğini alacağız. Yılma Ağabeyi (Durak) da geliyor bizimle, ona da Dündar Taşer’le, Sadi Somuncuoğlu görev vermişler, TMTF Genel Başkanı Soner Karaman’la İstanbul Ülkü Ocakları Başkanı Nihat Çetinkaya didişip duruyorlar, onların arasını bulacak.

İstanbul’da Soner Karaman’la bir sohbetimizde konu Devlet Bahçeli’ye geliyor. Meğer TMTF’nin Ankara Başkanı da o imiş. Soner “Adam Erzurum’a (o yıl TMTF Genel Kurulu, solcular katılmasın diye Erzurum’da yapılmıştı) kongreye gelmedi, gıyabında başkan seçtik Ankara’ya. Ne istifa ediyor, ne de görev yapıyor” diye yakınıyor.

Devlet Bahçeli’nin sonraki yıllarda ne yüzünü gördüm ne de adını duydum.

1997 yılında MHP Genel Başkanlığına aday olunca, belleğim yukarıya yazdığım bilgileri arşivinden çıkarıp önüme koydu.

Ve 2000 yılında Devlet Bahçeli ile tanışmak nasip oldu. Büyük Kurultay Gazetesi Yazarları olarak vardık yanına. MHP İstanbul Milletvekili ve Genel Başkan Yardımcısı Nazif Okumuş aynı zamanda Gazetenin Genel Yayın Müdürü ve yazarı idi o tarihlerde. O’nun girişimiyle oldu bu ziyaret. Başbakanlık’taki makam odasına gittik Bahçeli’nin, Nazif Okumuş, hepimizi tek tek takdim etti. Benim için farklı ve övücü sözler söyledi: “Sayın Genel Başkanım, Cazim Abi usta bir kalemdir; şiir, öykü ve denemeleri var, iyi okur, okuduklarını iyi özümleyip ufuk açıcı yazılar yazar.”

Bir şey söylemiyor Bahçeli, dikkatlice yüzüme bakıp elimi sıkıyor.

29 Mayıs 2000 tarihli Büyük Kurultay Gazetesi’nde bu ziyaretin öyküsünü şöyle yazmışım: 

“Devlet Beyefendi’yi Doğru Anlamak

Atsız Hoca’nın şairliği, çok cılız kalır romancılığının yanında. Bu doğru bir tespittir. Ancak Atsız Hoca’nın öyle hikmetli, öyle coşkulu dizeleri vardır ki, bir büyük ülkü ve çile adamının kaleminden çıktıkları için, sararlar insanı, sarsarlar. Şu dizeler gibi: ‘Gönülleri birleşenler selam sizlere/Uzaklarda dertleşenler selam sizlere’

Uzun ve büyük masanın öte başında Sayın Devlet Bahçeli konuşuyor, biz Büyük Kurultay mensupları da ilgi ve dikkatle dinliyoruz. Benim aklımda hep bu dizeler. Neden? Çünkü ilk kez gördüğüm ve tanıştırıldığım bu zarif ve asil insanı, çok doğru anladığımı hayretle, kıvançla ve tabii ki büyük bir memnuniyetle anlıyorum. Öyle memnunum ki, çoğu arkadaşımız bir değil, birkaç soru sormalarına karşılık, ben bir iki kez niyetlenip yutkunuyor, sonra vazgeçiyorum soru sormaktan.

Bir lideri doğru anlama olgusu, bu yakında dertleşme ile uzaklarda dertleşme arasında içerik bakımından değil ‘Gelin tanış olalım işi kolay kılalım’ yönünden farklı olduğu gerçeğini, Ankara dönüşü çok düşündüm. Vardığım yargıyı size de aktarayım: Başta ortak inanç olmak üzere, ortak bilinç, ortak idrak ve ortak geçmiş, beni ve birçok ülkücüyü, uzaklarda da olsa liderle aynı kanaatleri ve yargıları paylaşmaya, olaylara ve faillerine karşı aynı tepkiyi vermeye kadar götürüyor ki, bu çok iyi bir kazanım ve duruştur bence.

Bunu gösteremeyenleri görüyorsunuz, hemen sırıtıyorlar. Bunun dozunu kaçıran kimi siyasal hareketler ise işi ya ‘İtaat Kültürü’ne, ‘Hurufiliğe’, ‘Haşhaşiliğe’ kadar vardırıyorlar, ya da yeniçeri ‘istemezük’lüğünü ‘demokratik tavır’ sanıyorlar.

Bizler her zamanki gibi orta yoldayız, akıl ve gönül yolundayız. Devlet Beyefendi, bu yoldan bizi geçirip menzil-i maksudumuza eriştirecek en yetkin kılavuz. Bu sözlerimden başka anlamlar çıkarılmaya ha! Bizi bilenler bilirler, dediklerimizde zerrece riya yoktur, şu vardır Yunus gibi: “Sevdiğimi demez isem/Sevmek derdi boğar beni”


Bahçeli, bu tarihten sonra benden hep destek aldı. Hem yazılarımda savundum, hem de özel sohbetlerimde. 57. Hükümet dönemindeki tutumundan dolayı şiddetle eleştiriliyordu Bahçeli. Ben “DYP’lilerin Tansu Çiller’e, ANAP’lıların Mesut Yılmaz’a gösterdikleri sabrı, verdikleri fırsatı, bizler Bahçeli’ye vermeliyiz” diyordum.

3 Kasım 2002 gecesi… Bahçeli görünüyor ekranlarda, suratı bir karış, açıklama yapıyor, MHP Kurultayı’nı toplayacakmış, aday da olmayacakmış. Bir süre sonra Genel Merkez’den çıkışını göstermeye başlıyor televizyonlar. Genel Merkez’in önü kalabalık. Çekilme kararını geri alması yolunda sloganlar atılıyor, ağlayanlar var. Bahçeli dönüp bakmıyor bile onlara çekip gidiyor evine.

Sonra hep tartışmalar tartışmalar tartışmalar… Gitsin mi kalsın mı?

Biz vefadan yanayız… İnsanlar öyle kolay harcanmamalı. 

Yazılarımıza da yansıyor bu tutumumuz.

Bahçeli’nin Hüznü ve Azmi

“Üç yılda bunca mı değişir insan? Şaşırdım, hayıflandım, bilendim Sayın Devlet Bahçeli’yi görünce. Oldukça zayıflamıştı. Ne ki, beni etkileyen bu fiziki değişim değildi, yüzünden okunan o müzminleşmiş hüzündü.

Ayrıntısını ve müktesabatını biraz sonra öğrenecektik bu yerleşik hüznün. Dinlemeye koyuldum. Not da tutmuyordum, çünkü orada (MHP Genel Merkez’inde) yazarlık kimliğimle değil, Kocaeli İl Yönetim Kurulu Üyesi olarak, kurul üyesi arkadaşlarımla birlikte bulunuyordum.

Dikkatle dinledim, umarım bir şey kaçırmamış, unutmamışımdır. Toplantıdan sonra Sayın Genel Başkan’ın yanına giderek, söylediklerini Kurultay’daki köşemde yazıp yazamayacağımı sordum. ‘Tabii efendim, yazabilirsiniz’ onay ve iznini aldım.

Şimdi ben anlatayım, siz okuyun.

Öncelikle Dokuz Işık’ın ikisi üzerine yoğunlaşılıp ötekilerin yoksanmasına üzülüyordu Sayın Bahçeli. Milliyetçilik ve ülkücülüğü öne çıkararak siyaset yapıp, duruş gösteren, ideolojik çıkarımlara yeltenenlere şaşıyordu. ‘Milliyetçilik’ diyordu, ‘yüz elli yıllık geçmişimizde, gelişmelere ve değişimlere uğrayarak bugüne gelmiştir, salt bize özgü bir haslet ve olgu da değildir, herkesin ve her kesimin farklı bir milliyetçilik anlayışı vardır/olabilir. Ülkücülüğe gelince, ülkücülük serap gibidir, siz ona yaklaştıkça o sizden uzaklaşır’.

Peki en çok hangi ışıktan yoksun bu gibiler? Ne yanları karanlık bunların? ‘Hürriyetçlik ve Şahsiyetçilik’ten. Diyordu ki Devlet Bey, ’Kişiliğiniz yoksa yoksunuzdur’.

(…) İnsafsız eleştiriler, aymazlıkla malul değerlendirmeler, duygusal tepkiler, zararla oturulacak öfkeli kalkışlar üzüyordu Sayın Liderimizi. Ankara’da bazı bürolarda tezgâhlanan yalan ve tezvirata dikkatleri çekiyordu: ‘Size telefon edebilirler bunlar. Ediyorlar birçok yere. Telefonu suratlarına kapayın böylelerinin, sizi yirmi senedir sormayanların asıl niyetlerini haykırın yüzlerine yol vermeyin bunların tezviratına!’ Aklıma on beş gün önceki MHP Kocaeli İl Kongresi geliyor. İl Başkanımız Sayın Ahmet Tağ’a rica etmiş, konuşma metnine şöyle bir paragraf ekletmiştim: ‘Rahmetli Başbuğ, yel kayadan ne aparır, tezvir yeli Türklük kayasına çarpıp dağıldı’ diyordu. Tezvir yeli yine var, ama bu yel, şimdi Türkmen Bey’i Devlet Bahçeli’nin edepli sükûtuna çarpıp dağılacaktır’. Demek ki kalplerimiz birmiş.

‘Edepli sükût”, yanlış anlaşılmaya ha, tepkisizlik değil, terbiyedir. Dedi ki Sayın Bahçeli: ‘Sabırlı, soğukkanlı ve hoşgörülü olacaksınız, olmak mecburiyetindesiniz’. Başbuğ gibi. O da yıllar önce ‘Çelik sinirli olacaksınız” demişti.

Ve yanlışlar yanlışlar yanlışlar… Üzen, kahreden, bezdiren yanlışlar… ‘Yanlışlık batak gibidir, çırpındıkça batarsınız; oysa doğruluk deniz gibidir, çırpındıkça çıkarsınız’ söz belleğime ayniyle nakşedilen bir söz oldu.

‘MHP’yi sandığa gömeceğiz’ deyip 3 Kasım seçimlerinde bu minval üzere hareket edenlere idi bu sözleri: ‘MHP bu kabil davranış biçimleri ve girişimleriyle sandığa gömülecek bir hareket değildir. Ama şunu üzerine basa basa söylemek zorundayım: 12 Ekim’de kim kime ceza vermeyi düşünüyorsa, gelsin Büyük Kurultayımızda versin. Ama bundan böyle hiç kimse MHP’yi seçimde cezalandırmasın. Unutmasınlar, MHP’nin tökezlemesi Türk Milleti’nin tökezlemesi demektir. MHP yok olursa Türkiye yok olur. Bu arkadaşlarımıza şunu da sorunuz: İpimizi çekecekse millet çeksin, diyerek milletin hakemliğine gitmek ne zamandan beri tedbirsizlik ve korkaklık oluyor? Milletsiz milliyetçilik olur mu? Şunu hiç unutmayın arkadaşlar, ne yapacaksak milletimizle birlikte, onun destek ve tasvibi ile yapacağız, onun kararların saygılı olacağız’

Evet… Sayın Bahçeli, yazımın başında belirttiğim gibi üzgün, kızgın ve kırgındı. Yüzünde müzmin bir hüzün vardı. Ama asla bezgin değildi. Azimli, inançlı ve kararlı gördüm kendisini. Büyük Kurultaydan yeni ekip ve yeni moralle çıkacak bir bahçeli, eski formunu bulacak, yine Büyük Türk Milleti’nin umudu olacaktır!”
(23 Temmuz 2003 Büyük Kurultay).

Şimdi okur sanır ki, bu yazıdan sonra Bahçeli beni aramış, gösterdiğim vefa ve kadirbilirliğe teşekkür etmiştir. Nerdee? Tıs çıkmadı.

Tıs çıkmadı, biz yine mesele yapmadık, lafını bile etmedik. Fakat sonra baktık ki, bu adam, kendi fikrindeki yazarları, bunları yazmaya mecbur sayıyor ve sanıyor. Bize teşekküre gerek yok, teşekkür dediğin Fikret Bila, Yavuz Donat gibilerine gerek. Biz kimiz ki?

Biz de bir şeyizdir Sayın Bahçeli, sinek küçüktür ama mide bulandırır. Gün olur bir damla taşırır bardağı, vururuz bu ayıbını yüzüne.

O ayıbı 26 Aralık 2006 tarihinde Yeniçağ’da yazdığım yazıda vurmuşum Devlet Bahçeli’nin yüzüne. Ama o yazıdan önce şunu söyleyeyim. Bahçeli, 2003 yılında yeniden Genel Başkan seçilince, kendini hatadan arınmış saydı, 57. Hükümet döneminin ciddi bir eleştirisini yapmadı, yaptırtmadı. Dar kadroculuk yaptı. 2003 Kurultayı’nda en çok oyla MKYK’ya seçilen Namık Kemal Zeybek’e başkanlık divanında görev vermedi. Oysa Namık Kemal Zeybek, hem genel sekreterliği, hem de genel başkan yardımcılığını (neden sorumlu ederse etsin) başarıyla yapabilirdi. Ürktü Hazret, Zeybek daha popüler, daha bilgili, daha iyi hatip ve daha deneyimli. Harcadı, toplantılara bile davet ettirmedi. Ona kurşun asker lazımdı. 

Ve bunun gibi birçok olay, aşama aşama sıtkımı Bahçeli’den sıyırmama yol açtı.

Yukarıda sözünü ettiğim o yazı da bu sıyrılan sıtk’tan bir enstantanedir:

Bir Söğüt Anısı, Muhsin Bey, Devlet Bey

“İlk büyük ayrılıklarımız, en küçük ayrılıklarımızdır” Ahmet Muhip Dranas

2003 yılının Eylül ayı… Söğüt’e Ertuğrul Gazi’yi Anma ve Yörük Bayramı’na gitmişiz. Eşim, kızım ve damadım var yanımda. Törenler bitti, alanı dolaşıyoruz. Damadım, üç yanı yukarı doğru kıvrık bir çadırı gösterip ‘Baba, Devlet Bey ve diğer MHP yetkilileri şu çadırdalar. Uygun olur mu acaba, oraya gitsek de, ben de tanışsam..’ Neden olmasın; Devlet Bey nasılsa beni tanıyor. Kocaeli İl teşkilatı ile birlikte gitmiş, bir ay önce görmüşüm kendisini. Yanına gitmiş sormuşum ‘Efendim bu dediklerinizi köşemde yazabilir miyim?” diye. Kim olduğumu sormaya gerek bile duymadan ‘Tabii efendim yazabilirsiniz’ demiş. Kurultay’daki köşemde, samimi duygularımı ifade eden bir yazı yazmışım. Damadımın Genel Başkan’a takdiminde yarar da var. Kendisi Devlet Bey gibi ekonomi doktoru, yüksek lisansını Japonya’da yapmış, Japoncası ana dili gibi. Ayrıca has bir ülkücü…

Çadırın içine doğru başımı uzatıyorum, Devlet Bey tam karşımda. Karşımda ya, Hint fakirleri gibi boş gözlerle bakıyor, derinlere dalmış, kimseye görecek hâli yok. Yanındakiler de öyle, put gibi hepsi, çıt yok çadırda.

‘Gel boş ver gidelim’ diyorum damadıma. Gezimize devam ediyoruz. Yörüklerin rengârenk boyun bağlarından almak istiyorum, satıcıyla konuşurken, arkadan birisi ‘Ne yapıyorsunuz burada?’ diyor, aldırmıyorum. Eşimin ‘Cazim baksana!’ uyarısı ile geri dönüyorum. Muhsin Yazıcıoğlu karşımda gülümsüyor. ‘Sağ olunuz Sayın Genel Başkan, şunlar bakıyoruz, alacağız da…’ Hal-hatır sorup ayrılıyor yanımızdan. Eşim, kızım, damadım ‘Seni görünce, özellikle geldi buraya’ diyorlar. Muhsin Bey’i en son 1978 yılında görmüşüm, hatırlar mı ki?

Hatırlasınlar, hatırlamasınlar; hatırlanmak güzeldir, hatırlamak ondan da güzel; hatırlayanı büyütür. Özdemir Asaf’ın ‘Anmak-Unutmak’ başlıklı şiiri, sözümüze nokta koymak için iyi bir vesile: ‘İki tür nokta var/Biri önüne ve ardına bakar/Biri ardına bakmaz/Ardını noktalar’”

Bahçeli, hem Yeniçağ’a, hem de yazarlarına cephe almıştı. Yeniçağ’ın MHP ve Ülkü Ocakları’na girmesi yasaklanmıştı. Ülkü Ocaklı gençler Yeniçağ’ın önünde protesto eylemi yapıyorlardı. Eski Ülkü Ocakları Genel Başkanı Alişan Satılmış, yazar arkadaşımız İsrafil Kumbasar’ı dövüyordu, Yeniçağ’ın sahibi Ahmet Çelik’in arabası kurşunlanıyordu.

Bütün bunları görmezden gelen yalaka takımına bizim de vaziyet almamız lazımdı. Aldık. İşte o yazılardan biri:

Doktor Bahçeli

“MHP’nin üst düzey yöneticilerinin çoğu, Sayın Devlet Bahçeli’yi akademik unvanı ile birlikte takdim etmeyi bir gelenek haline getirdiler. ‘Genel Başkanımız Sayın Doktor Devlet Bahçeli’ hitabındaki ‘doktor’ sözcüğü, din büyüklerinin adlarına eklenen RA ve KS ululamalarına döndü adeta. Bunları duyunca, aklıma bizim Bayburt’ta anlatılan bir fıkra geliyor. Adamın biri bir çift öküzünü satmaya götürmüş hayvan pazarına. Müşteri olmuş biri. Fakat satıcıyı bir yerden gözü ısırıyormuş. Sormuş:
‘Senin adın ne?’
‘Molla Yakup Ağa’.

Sözü cebinde bir adammış müşteri demiş ki:
‘Mollalığın medresede, ağalığın köyde kaldı. De şimdi Sade Yakup, öküzlerin kaç para?’

Evet böyle işte. Sayın Bahçeli’nin mollalığı üniversitede kaldı, ağalığı da Osmaniye’de. Bakınız, bu satırların yazarı da Yeminli Mali Müşavir’dir. Ama bu meslek unvanını, mesleki faaliyetleri ile bazı dergilere yazdığı mesleki yazılarında kullanır. MHP sözcülerinin büyük bir kısmı sanırım bilmez, ama Yeminli Mali Müşavirlik çok önemli ve değerli unvandır. Sözgelimi Sayın Bahçeli, yarın siyaseti bırakıp muhasebe bürosu açmak isterse, kullanabileceği mesleki unvan ‘Serbest Muhasebeci Mali Müşavir’liktir. Yeminli Mali Müşavir olabilmesi için ya profesör olacaktır ya da yeminli mali müşavirlik sınavına girip kazanmış olacaktır.

Yani demem o ki, Sayın MHP sözcüleri, iyilik etmiyorsunuz Sayın Genel Başkanınıza. Kaş yapayım derken göz çıkarıyorsunuz ve de riya sokuyorsunuz işin içine. Bakınız, Sayın Baykal da doçenttir ama biz hiçbir CHP’liden ‘Genel Başkanımız Doçent Doktor. Deniz Baykal’ ifadesini duymadık şimdiye dek.” (25 Temmuz 2006 Yeniçağ)


Evet yazılar bu kadar değil, daha sonra neler yazdım neler… Fakat onları buraya alamam, yazım zaten yeterince uzadı… Başka bir zaman onları da yazarız, istenirse…

1) 2003 yılında Ülkü Ocaklarının Kurucu Genel Başkanı Aytekin Yıldırım MHP Kocaeli İl Başkanlığına uğradı. MHP Genel başkanlığına adaydı. Aytekin Yıldırım’ı 70’li yıllarda çok iyi tanırdım. Eşi Şükran Hanım da Atatürk Üniversitesi’nden arkadaşımdı benim. Aytekin Yıldırım, partililerle sohbet ederken birden bana döndü “De hele gardaş, sen o yıllarda Ankara’ya sık sık gider gelirdin, kalburüstü ülkücüleri hep tanırdın. Bu Devlet Bahçeli’yi herhangi bir ülkücü eylemin içinde gördün mü? Ya da tanır mıydın?” Ben yutkundum, o devam etti: “Tanırdım deme, yalan söylersin, sana yakışmaz!” Güldüm. “Tamam mesaj alındı, bir şey demene gerek kalmadı” diye nokta koydu söze.