Zaman nasıl da akıp gidiyor, kırk yıl olmuş İstanbul’a geleli. İlk arkadaşlıkların, dostlukların oluşmaya başladığı Cihangir - Firuzağa semtinde, gençlik yıllarımın o kadar çok anısı var ki… Çok sık olmasa da Firuzağa’da yaşayan dostlarımla görüşürüm. Yunanistan’a göç eden Akili (Achilia), Romel ve Rum kızı Aliki sağ mıdır, bilemiyorum. Uzun sarı saçlı güzel Aliki, caddeye çıktığı zaman görenlerin sinir sistemi felç olurdu adeta.
Ermeni asıllı Garbis ve Mıgır kardeşler de, hemen her gün görüştüğüm, çok sevdiğim ve değer verdiğim iki dostumdu. Ahşap oymacı ustası bu güler yüzlü, candan insanlarla olan dostluğumuz yıllarca devam etmişti. Evimin salonundaki ahşap ayna çerçevesi Mıgır Usta’nın sanatkar ellerinden çıkmış, benim için çok değerli bir hatıradır. Garbis Usta’nın ağaç oyma duvar saati de yıllardır salonda aynı yerde asılıyor.
İkisi de bu dünyadan göçüp gittiler, toprakları bol olsun.
Yine Firuzağa’dan arkadaşım Arman Varujyan ise Semih Saygıner gibi bir bilardo ustasıydı. Babasını da anımsarım, eski bir İstanbul esnafı, yüzünden gülümseme eksik olmayan sakin sessiz bir adamdı… Nedense kendini “Armağan” olarak tanıtırdı hep, en son Antalya’ya yerleştiğini biliyorum, yıllardır görüşemiyoruz Arman’la.
Son günlerde Ermenistan sınırının açılması konusu Türkiye gündemine iyiden iyiye oturunca, duyarlı her Türk gibi gelişmeleri ilgiyle izlemeye başladım. Hele gazetede okuduğum Bakü yakınlarındaki bir göçmen kampında yaşayan Mahmer Nine’nin “Meni yaman güne goymayın ay bala, imkan vermeyin sınırlar kalksın” diye başlayan sızlanışını okuyunca da bir başka duygulandım.
Yılmaz Karahan üstadımızdan aldığım değerli bilgileri bu vesileyle paylaşmak istiyorum. Yanlış anlaşılmak istemediğim için Ermeni dostlarımı burada anmaktan da mutluluk duydum.
Bayburt’taki Ermeni Mezalimine, çocukluk ve gençlik çağlarında tanıklık eden büyüklerimizin (rahmetli babaannem Sakine Hanım da onlardan biriydi) anlattıkları vahşet sınırlarının çok ötesindeki, akıl almaz olayları dinlerken korkudan ürperirdik, sanki kanımız donardı.
Bunları nakletmeye hiç de gerek görmüyorum artık. “Kanı kanla yumazlar” sözünden ibret alınmalı…
İyi bilinir ki, Türk tarihinde mezalim ve soykırım diye insanlık dışı bir yaptırıma asla rastlanamaz. (Asya’da, Balkanlar’da ve Araplar tarafından Türklere karşı yapılanları ise tarihler yazıyor.)
Türkler daima yiğitçe çarpışmışlardır. Tarihimizin her sayfası şeref ve şanla doludur…
Yurdumuzda da yaşamış olan Fransız şair, yazar ve politikacı Alphonse de Lamartine Türkler için bakınız neler söylemiş:
“Türkler bir ırk ve millet olmak haysiyetiyle yeryüzünün en şerefli insanlarıdır. Seciyeleri pek necip ve yücedir. Secaatları bozulmaz bir kudret halindedir. Dini, vatani faziletleri her bir taraf ruha hürmet ve hayranlık verir. Onların yurdu efendiler diyarıdır. Kahramanlar, şehitler ülkesidir. Bence insaniyete şeref veren böyle bir milletin düşmanı olmak, insanlığın düşmanı olmaktan farksızdır. Böyle bir lekeden Tanrı beni korusun.’’
Lamartine bir dönem Fransa’da dışişleri bakanlığı da yapmıştır…
Konumuza dönersek, Bakü Strateji Araştırmalar Merkezi’nden Yrd. Doç. Dr. İrfan Murat Yıldırım bir makalesinde diyor ki:
“Günlerdir Türkiye ve Azerbaycan kamuoyunda bir şok dalgası yayılıyor. Türkiye Ermenistan’la sınır kapılarını açacakmış… Yıllar önce tamamlanan ve Iğdır’la İran’ı birbirine bağlayan Boralan Sınır Kapısı açılmazken, üstelik bu sınırın her iki tarafında da Azeri Türkleri yaşadığı halde yaprak bile kımıldamazken, Ermeni kapısı açılmak isteniyor… Neden?
Günden güne yükselen tepkileri izliyoruz. Her iki ülkenin kamuoyunda da tepkiler var.
Obama’nın okşadığı kediyi neredeyse ermiş seviyesine çıkartan basınımız, Azerbaycan’ın duygularını biraz daha ciddiyetle ve önemseyerek ele almalıdır.
“Hadise Eurovision’a 12 puan eksik çıkacakmış… Men sana küsmüşem… Azerbaycan’da Türk şarkıcılara ambargo… Aramıza kara kedi girmesin heyeti…” gibi yaklaşımlarla hafife alarak değil…
Senelerce iyileştirmek için uğraştığımız ilişkilerimizin kırılması mı isteniyor? Nitekim İlham Aliyev, Rusya Federasyonu’na gitti. Çok önemli diplomatik adımlar atılıyor. Karabağ sorununa bir türlü ağırlığımızı koyamadık. Peki neden?
Ucunun nereye bağlı olduğu anlaşılmayan, bir cinayet sonucu katledilen, Ermenistan sevdalısı, “Türklerden boşalacak zehirli kanın yerini Ermenilerin temiz(!) kanı dolduracak” diyebilen bir Ermeni asıllı gazeteci için binlerce kişi Ermeni oldu.
Ama Hocalı’da, o temiz kanlı (!) Ermeniler tarafından vahşice katledilen 615 insan için hiç kimse Azeri olmamıştı… Neden?
Türkiye’de vizesini birkaç gün geçiren Kazak, Kırgız, Azeri Türkü sınır dışı edilirken, 150 bin Ermeni izin almadan çalışıyor, para kazanıyor. (* Ermenilerin çalışmasına asla karşı değilim ama Ermenistan Devlet Başkanı’nın uzlaşmaz tutumunu da anlayabilmiş değilim.)
Türkiye’de kaç tane Azeri Türkü var biliyor musunuz? Kaç tane kayıtsız şartsız, soydaşlarına destek verecek olan Anadolu Türkü var biliyor musunuz? Bunların sabrı mı sınanıyor, sadakati mi? Söyler misiniz? Kerkük’ü, Musul’u, Doğu Türkistan’ı, Tebriz’i, Batı Trakya’yı duymaz olduk, anladık… Peki Iğdır’ı, Kars’ı, Anadolu’yu da mı duymuyorsun Ankara?
Türk olmak teslim olmak anlamına mı geliyor artık. Açılmak istenen o kapının Ermeni terörü neticesinde şehit düşen her Türk’ün mezarını çiğnemek anlamına geleceğinin farkında değil misiniz?”
Azeri kardeşimizin bu serzeniş ve haykırışlarına katılıp, sizlere de duyurmak istedim…
Dileğim odur ki; Karabağ, Azeri kardeşlerimize iade edilmeden, Ermenistan’ın da asılsız iddia ve emellerinden vazgeçtiğini dünyaya ilan etmeden önce Ermenistan - Türkiye sınırı açılmaz…
Azerbaycan’a ve Azeri kardeşlerimize selam olsun…
*Benim görüşümdür.
20 Nisan 2009 / İstanbul