“Türk Tarih Kongresi Konferanslar ve Müzakere Zabıtları”nı 1932 yılından itibaren kitaplaştırmış bulunuyor. 47 cilt tutan bu değerli çalışma sebebiyle Tarih Kurumu’nu öncelikle tebrik ediyorum. Bu ciltleri okumaya başladığınızda konferansların seviyesi ve yapılan müzakerelerin ciddiyeti karşısında saygı duyuyorsunuz. Atatürk’ün Türk Tarih Kurumu ve Türk Dil Kurumu’nu kurarak ulaşmak istediği hedef; milletin birliğini güçlendirmek, tarihi geçmişini sağlam kaynaklardan öğrenerek onur duymasını sağlamak ve muhteşem tarihin çocuğu olarak omuzlarındaki sorumluluğu hatırlatmaktır. Dil Kurumu ile yaşayan Türkçenin güzellikleri zamanın küllerinden kurtarılacak ve Türkçe hâkim dil haline getirilecektir. Bu 2 kurum Cumhuriyetin sağlam temeli ve iskeleti olmuştur. Bunların her birisiyle ayrı ayrı uzun müddet çalışmıştır.
Sahip olduğu tarih kültürünün verdiği şuurla Gazi Paşa, zaferden sonra Cumhuriyet kurulunca: “Türkiye Cumhuriyetini kuran halka Türk denir” ifadesiyle gerçeğin mührünü zamanın şuuruna vurmuştur. Onun vefatıyla siyaset adamlarının Türk kültüründen, tarihinden uzaklaşma bahtsızlığı sebebiyle bu inanç zayıflatılmış ve milli duyarlılığı olmayan bir takım adamlar devlet ve siyaset hayatında önemli yerlere gelebilmiştir. Bunun acısını milletçe çekiyoruz.
“Türklük iftiharım”
Tarihimiz boyunca kurduğumuz devletlerin ikisi; “Göktürk Devleti ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti” Türk adını taşıyor. Gazi Paşa devlete kendi adını vermek, halife olmak gibi küçük zaaflara asla düşmemiştir. O devirde bunların hepsini yapma imkânına ve kudretine sahipti.
Kendisiyle görüşen devlet adamları, yazarlar ve özellikle yabancı gazeteciler şahsiyetinde, soyunda, sopunda fevkaladelik arayan sorular sormuştur. Bunların hepsine gülerek, “Ben de diğer çocuk arkadaşlarım gibi karga kovalar, oyunlar oynar ve kırlarda dolaşırdık. Benim tek üstünlüğüm Türk olmamdır. Türk yaratılmış olmak benim en büyük iftiharımdır” demiştir.
Atatürk’teki tarih şuuru öylesine güçlü öylesine engin bir ufka sahiptir ki konuşmalarında esir Türk dünyasıyla ilgili çok önemli tespit ve beyanlarda bulunmuştur. Türklüğün bu bölümünün bir gün bağımsızlığını kazanacağını söylemiş ve Türkiye Cumhuriyeti’nin o günlere hazır olması gerektiğini ifade etmiştir.
Dış politikadaki uzak görüşlü başarılar Atatürk’ün dehasının eseridir. Her işin altında: “Yurtta sulh, Cihanda sulh” prensibi vardır.
İstiklal Harbinin çetin günlerinde Yunan topçusu Haymana’yı döverken kurtuluşa olan inancı zayıf olanlar Kayseri’ye kaçmayı etraflarına telkin ve teklif ediyorlardı. Bunlara şöyle cevap veriyordu: “Ben, Ankara’dan hiçbir yere gitmiyorum. Gerekirse silahımla bir tepenin üstüne çıkar, koynumdaki Türk bayrağını çıkarır ve vücuduma sararım. Son mermiye kadar düşmana kurşun sıkar, tek başıma ölürüm.”
Yaptığı işe mutlak inanç ve iman büyük adamların ortak kaderidir. Her büyük şahsiyet bir milletin hayatında yeni bir sosyal gelişme ve açılım sağlayan insandır. İşte Atatürk, Türk Milletinin hayatında yeni, çağdaş, ufuklar açmış şahsiyettir.
Milletiyle bütünleşti
Atatürk, milletin ruhundaki; “kendi kimliğini bulmak ve bununla bütün kaynaklarını harekete geçirmek yolundaki talebi benimsemiş, milletiyle bütünleşmişti.” Çılgınlık denilen Milli Mücadeleyi başarmasının sırrı bu idi. Bir bölümü istila edilmiş vatanın kalan hür toprağında kongreler toplamak, “hâkimiyet kayıtsız şartsız milletindir” düsturunu benimsetmek ve bu yolla, sabırla meclisi toplamak kolay iş değildi. İsyanları, fesat gayretlerini de unutmayınız. Atatürk’ün etrafındaki değerli subay kadrosunun hepsi hakkında idam fetvaları verilmiş, serdengeçti şahsiyetlerdi. İnandılar, generalinden erine kadar tebessüm ederek ölüme atıldılar. Yolları ondan ayrılanlar, devrimler sebebiyle farklı düşünenler oldu. Ancak bunlar; “biz olmasak, o milli mücadeleyi yapardı ama o olmasa, biz yapamazdık” demek âlicenaplığını gösterdi. Bugün Atatürk’e düşman olanlar öncelikle Türk düşmanı olan azınlık milliyetçileridir. Kendi milletlerinin zavallı ve perişan haline duydukları öfkeyle Türk’e düşman, “Ne mutlu Türk’üm diyene” dediği için de Atatürk’e düşmandırlar. İkinci zümre ise zihniyet, düşünce ve fikir olarak Orta Çağ karanlığından kurtulamamış olanlardır. Bunlar dindar değil kindarlardır.
Atatürk medeni ve modern bir devletin bütün kurumlarının Cumhuriyet idaresinin çatısı altında ahenkli bir biçimde çalışmasını sağlamış, Türkiye layık olduğu medeni düzeye gelmiştir. Sosyal devlet, laiklik, her türlü emperyalizme karşı olmak, genç Cumhuriyetin temel çivileridir. Eğitim hayatımız bizim insanımızı yetiştirmeyi hedef almış, kimsenin inançlarına müdahale etmeyen bir saygı üslubu ile laik ve ilmi araştırmaya değer veren bir anlayışla büyümüştür. Teknik öğretime önem ve ağırlık verilmiştir.
Türkiye’yi geldiği medeni seviyeden koparıp, basit, ilkel bir sosyal yapıya döndürmek isteyenlerin önündeki en büyük engel, Atatürk’ün şahsiyeti ve Atatürk’ü seven milyonlardır. Kadın hakları konusunda Ata, rakipsiz bir öncüdür. Kadınları yüceliklerine lâyık hukuki hak ve yetkilere kavuşturan iradeye kadınlarımız asla nankörlük etmemelidir.
Kendi küçüklüklerini aşamayanlar bütün büyüklüklere düşmandır. Milletin büyüklüğüne inananlar onun büyük evlatlarının kıymetini bilir.