REMZİ OĞUZ ARIK VE ATATÜRK’ÜN YÜCELİĞİNE İLİŞKİN ÖZEL ANEKDOTLAR
Prof.Dr. Remzi Oğuz Arık, ülkemizin öğrenim görmüş ilk arkeoloğu… 1926-1930 yılları arasında Paris’te Sorbon Üniversitesi’nde sanat tarihi, Louvre Arkeoloji Enstitüsünde Arkeoloji öğrenimi görmüş, bunların yanı sıra Arapça öğrenimi için Yaşayan Doğu Dilleri Okulu’na da dört yıl devam etmiş. Paris’te komünist partisi seminerlerini bile kaçırmamış, gidip notlar almış, tiyatro, sinema ve operaları izlemiş olanakları ölçüsünde. Ona tüm bu olanakları sağlayan ve ufukları açan Atatürk. Sağlamak ve açmak yanında, Atatürk’ün gözü ve eli hep üstünde olmuş. Nasıl olmuş, bir bakalım.
Oğlu Oluş Arık anlatıyor: “Atatürk babamı takip ediyor ve bir mektup yazıyor. Diyor ki ‘Dönmek istediğini, artık iş başına geçmek istediğini, faaliyete, uygulamaya geçmek istediğini haber alıyorum. Bu alanda evvel ahir ilim kahramanımız sen olasın istiyorum. Doktoranı yapmadan, hatta mümkünse, daha ileri kademelere yükselmeden gelmeyebilirsin. Kal, burada hayat daha yavaş cereyan ediyor. İlerleyebildiğin kadar ilerle. Şöhret ol, mesleğinde seçkin bir insan ol, öyle gel. Bu memleket seni orada okutmaya muktedirdir. Yük oluyorum gibilerden korkma.’”(1)
Şu öğütlerin doğruluğuna, yüceliğine bakar mısınız? Şu deyimi bu ülkede Atatürk’ten önce kullanan olmuş mudur? “İlim kahramanı…” İlim ve kahramanlık, ne güzel bileşim. Bu bileşime Anadolu çocuklarını yönlendiren Büyük Atatürk.
Oluş Arık’ın başka değerli anı ve anlatımları da var ve bunların birinin içinde yine Atatürk var bütün büyüklüğüyle:
“Babam, Alacahöyük kazılarının başına getiriliyor. O sıralarda da Atatürk, I.Türk Tarih Kongresi’ni toplayacak. Babam da kendini kaptırmış vaziyette kazıya. ‘Aman bunun sonuçları bir an önce çıksın, kitap olarak yayımlayacağım, versin’ diyor Atatürk. ‘Başladım ama şusu busu var’ gibi bir şeyler söyleyerek mazeret beyan ediyor babam. Yazmaya devam ediyor. Birtakım işlere de bölünüyor tabii. Vaziyeti fark ediyor ki Atatürk, Dolmabahçe Sarayına kapattırıyor, orada çalışması için. Ben çok küçüğüm, 1935 veya 1936’lar; bir iki yaşındayım herhalde, pek iyi hatırlamıyorum bunu. Ama galiba bizler de bir yerlerde bulunduruluyoruz. Denize götürüyorlar bizi, kayığa bindiriyorlar. Babamı kapatmış vaziyetteler. Her kâğıdı bittikçe, yanında görevli birisi hemen matbaaya koşturuyor. Yeni sayfaya başladığı zaman, daha önce bitirdiği sayfa matbaaya gitmiş oluyor. Bu şekilde çıktı I. cildi Alacahöyük’ün. Türkiye’nin en değerli bilim yayınlarından biri olmuştur. Hemen hemen kusursuz denecek şekilde. Bu şekilde anekdotlar var. Kongre sırasında da güzel olaylar olmuş. Kongre esnasında, bir ara babamı Atatürk yanına çağırmış, elini sıkmış babamın. Arkasında eski hocalar, dostları, Fuat Köprülü falan işaret ediyorlarmış ‘elini öp’ diye. Babam elini öpmemiş. (Bize de kendi elini öptürmezdi. Yani el öpmeyi de öptürmeyi de sevmezdi. Bir tek annemizin elini öptürmüştür bize. Bir de kendi hocası vardı, bizi ziyarete gelmişti. Onun elini öptürmüştü. Daha ziyade hanımların elinin öpülmesinden yanaydı.) Babam Atatürk’ün elini öpmeyince herkes bozulur gibi oluyor, Atatürk bu ‘öp’ ikazlarını fark ediyor, iki elinin arasına babamın elini alarak okşuyor, ‘İyi ettin, aferin’ gibilerden bir tavır takınıyor bir şey söylemeden.” (2)
Atatürk ve bilim, Atatürk ve insan ilişkileri bağlamında ne çarpıcı ve güzel anılar.
TÜRK KÜLTÜRÜ İLE TÜRKİYE KÜLTÜRÜ AYNI MIDIR?
1980 öncesinin zıtlaşma konularından biri de budur. İslamcılar ve kimi batıcılar, bizim Orta Asya'dan ilkel göçebe kültürü dışında bir şey getirmediğimizi; ne almışsak İslam'dan, Bizans'tan, Anadolu'da bizden önce var olan kültürlerden ve son dönemde Batı Kültüründen aldığımızı söylerler. Aydınlar Ocağı ve Türk Ocağı'nın başını çektiği karşıt grup ise, Anadolu'daki yerel kültürlerin, Bizans'ın ve Batı etkisinin neredeyse sıfır olduğunu, bizim kültürümüzün Türk-İslam sentezinden ibaret olduğunu iddia ettiler, etmeye de devam etmekteler.
E peki Anadolu'da bir kültür ihtilali yapan Atatürk'ün kültür algılaması ne idi, asıl buna bakmak gerek. Ona bakmak için de Prof. Dr. Şerafettin Turan'ın "Türk Kültüründen Türkiye Kültürüne ve Evrenselliğe" adlı kitabına (Bilgi Yayınevi) bakmamız gerekecek.
Şerafettin Turan, öncelikle Türk kültürünün bir coğrafya ile sınırlı olmadığını vurguluyor, yani Fransız, Japon Kültürü, Alman Kültürü dendiğinde tek bir ülke ve tek bir kültür akla geliyor; oysa Türk Kültürü denildiğinde tek bir ülke değil neredeyse 5 kıta akla geliyor. Gerisini Turan'ın kaleminden aktaralım: "Türk tarihi, belirli bir coğrafya parçası ile sınırlandırılmasına olanak bulunmayan bir nitelik taşımakta ve Türklerin göçüp yerleştikleri ve devlet kurup egemen oldukları ülkelerin tümünü kapsamaktadır. Öte yandan bugün Türkiye denilen topraklar da Türklerin tarihlerinin başlangıcından bu yana oturdukları yer, yani Türklerin öz yurdu anlamına gelmemektedir. Kısacası Türk Tarihi alan olarak yalnızca Türkiye denen coğrafya parçası ile sınırlı bulunmamaktadır. Bunun sonucu olarak da Türk Kültürü ile Türkiye Kültürü deyimleri arasında boyut ve süreç yönlerinden küçümsenmeyecek bir ayrılık vardır."
E peki, Türk Kültürü deyince neyi anlayacağız, onu da ifade ediyor Şerafettin Turan Hoca. Türk Kültürünün ana kaynağı Orta Asya. Orada geliştirdiğimiz bir özgün kültürümüz var, sonra bu kültür çevre ülkelerden Çin ve Hint'ten etkileniyor. Sonra Müslüman oluyoruz, olunca da Arap ve Fars kültürlerinden etkileniyoruz, oralardan ögeler giriyor kültürümüze ve bu bir kültür bileşkesine yol açıyor Turan'ın deyimiyle.
Bu bileşkeyi destekleyen bir örnek vereyim ben de, katkı koyayım: Kazakistan, Kazaklar ve Rusların yaşadığı bir ülkedir, Kazaklar da Türktürler ve de Müslümandırlar. Fakat gerek Çarlık gerekse Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği döneminde Kazakistan kültürüne Rus kültürü büyük ölçüde nüfuz etti. Yani Kazakistan Kültürü eşittir Türk Kültürü değildir, Kazakistan Kültürü; özgün Türk Kültürü, İslam Kültürü ve Rus Kültürünün bireşiminden oluşmaktadır.
Peki ya Türkiye Kültürü? Evet Türk Kültürü yukarıda anlattığımız haliyle yani "Özgün Türk Kültürü+İslam Kültürü (Arap ve Fars)" bileşkesi olarak Anadolu'ya geldi, buradaki yerel kültürlerden etkilendi ve özellikle Tanzimat'la birlikte de Batı kültürü, kültürümüze değerler katmaya başladı.
Bizans’tan bile etkilendik. Bunu fark eden ve Bizans kültürünün incelenmesi ve öğrenilmesini isteyenler de yine cumhuriyetin iki dev adamıdır, ayni Atatürk ve İnönü:
“Atatürk ‘Bir vatana sahip olmanın yolu, o topraklarda yaşamış tarihi olayları bilmek, doğmuş uygarlıkları tanımaktan geçer’ diyor... Atatürk arkeolojiye müthiş meraklıydı. Sultanahmet’te yapılan kazıları gelip bizzat yerinde izlediği bilinir.
Eğer bu topraklarda yaşamış kültürleri bilmiyor, tanımıyorsak kültürel zenginlikten söz edemeyiz.
1942 yılında İnönü İstanbul’u gezerken bir eski eser hakkında bilgi ister. Yanındakiler:
- Efendim galiba Bizanslılardan kalma, elimizde daha fazla bilgi yok, deyince üniversitelerde Bizans tarihinin de öğretilmesi talimatını verir.
Ünlü İngiliz tarihçi Steven Runciman o zaman İstanbul’a davet edilir, 1945’e kadar 3 yıl İstanbul Üniversitesi’nde ders verir...
Cumhuriyet aydınlığı böyle bir şeydi...” (3)
Bu aydınlığa yüz ve kafa çevirmek gerek. Şerafettin Turan Hoca, bu bağlamda olumlu bir örnektir. Konuya yaklaşımları doğrudur. Yaptığı kültür tanımı da doğrudur: "Kültür bir toplumda geçerli olan ve gelenek halinde devam eden her türlü dil, duygu, düşünce, inanç, sanat ve yaşayış ögelerinin tümüdür."
MUSTAFA KEMAL’İN ULUSAL KÜLTÜR ANLAYIŞI
“Mustafa Kemal’in ulusal kültür anlayışı ne şovendir ne Türk kültürünü Müslüman kültürü ile aynı sayar ne de Türkçülerin görüşü ile bağdaşır. Bu anlayış Türk ulusunu dünyanın öteki uluslarından ayırmaz, tersine Anadolu’da ve Asya’daki Türk kültürünü, onların kültür mirasıyla birleştirir. Böylece Türk kültüründe hümanist bir kök arar. Türk uygarlığındaki İslam sürecini, daha uzun bir Türk uygarlığı içinde bir parça saymakla Atatürkçü görüş, Türk kültürüne İslam’dan ayrı bir kişilik sağlar; sonra da Müslüman Türk kültürü içinde de, Sünni kültüre değil, mistik Türk kültürüne önem vererek bu alanda da daha geniş ve hoşgörülü bir yorum yapar.” (4)
1) H. Rıdvan Çongur - Profesör Remzi Oğuz Arık
2) Aynı yapıt
3) https://www.facebook.com/asikmelih
4) İlhan Başgöz - Türkiye’nin Eğitim Çıkmazı ve Atatürk