Yıl 1954 idi… O zaman henüz “bucak” olan Elmadağ’da ortaokula başladım. Bir bayram günü Atatürk ‘le ilgili şiiri okumam istenildi. On yaşındaydım; şiiri okuyacağım için sevindim ama şiirin kısalığına üzüldüm.Yine de seve seve okudum: Atatürk kim diye sorsalar bana; yeri gösteririm, göğü gösteririm... Sarı saçlı, mavi gözlüydü, derim.
Atatürk sarı saçlı mavi gözlü olduğu için mi Atatürk’tü… Köyümde beş yıl okumuş ve ilkokulu bitirmiştim. Başöğretmenim babam Celalettin Zeybek, öğretmenim Muzaffer Özer idi… Onlar bizim beynimizin derinliklerine Atatürk sevgisini ve Atatürk saygısını kazımışlardı.
Atatürk vatanımızı kurtaran ve Cumhuriyetimizi kuran “Ata”mız. Onun için Atatürk’tü.Sarı saçlı ,mavi gözlü olduğu için değil…
Sonraki yıllarda bu çelişkiyi hep yaşadım. Liseyi bitirdiğimde toplumumuzda Atatürk gerçeğinin paramparça edildiğini anlar olmuştum.Biz gerçekte Atatürk’ü terk etmiştik. Atatürk’ün yolu yerine kendimize yeni yollar edinmiştik. Her birimiz yeni yolumuza uygun birer Atatürk icat etmekte; yolumuzun Atatürk’le bağdaşmayan yönlerini ön plana çıkarıp Atatürk karşıtı olmak arasında bocalar olmuştuk.
Kendilerine Kemalist ya da Atatürkçü diyen birileri vardı.Bunların içinde Atatürk heykel ve resimlerini pazarlayıp yolunu bulanlar vardı. Ya da “Atatürk ilke ve inkılaplarına bağlıyız” basma kalıp sözünü ikide bir tekrarlayıp böylece Atatürkçülük yapanlar vardı. ”Atatürk ilke ve inkılaplarının yılmaz bekçileriyiz” sözünü daha alımlı bulup onu tekrar tekrar söyleyenler vardı elbette… Resmi söylemlerin vazgeçilmez bu kalıp cümlelerini söyledin mi görevin tamam demekti.
Birileri için Atatürk sadece laiklikten ibaretti. Laikçilik yaptın mı ondan sonrasına gerek yoktu. Atatürk ilkeleri diye saydıkları altı okun ötekilerini de arasında saymakta bir ziyan yoktu. Ama saymaktan öteye geçtin mi Atatürkçülükten çıkmaya başlarsın, korkusu dağları beklerdi.
Milliyetçilik mi? Geçiniz… Devletçilik mi? O da ne? İnkılapçılık mı? Yaptığımız yeter!.. Halkçılık mı? Ne halkı? Halk da kim oluyor? Cumhuriyetçilik mi? Ha onun zararı yok…
İlkelere bağlılık böyleydi. İnkılaplar mı? Çoğunlukla “inkılap” kelimesinin “k”sini de ‘kalıp’taki “k” değil, kitaptaki “k” şeklinde okuyup “kerametleri kendinden menkul” Atatürkçülerimiz, Atatürk inkılabının ruhuna değil; biçimine bağlı olmaktan bir türlü kurtulamadılar. Bu yüzden de sonunda inkılaplara bağlı olmak işini “başörtüsü” düşmanlığına kadar düşürdüler. Gerçekte ise Ata’mızın adına Türk İnkılabı dediği ve çağdaş dünyaya uyum sağlamaya yönelik değişimleri içinde kadın kılığı ile ilgili hiçbir yasa yoktu. Çünkü Atatürk çok akıllı ve bilgiliydi. Kadın kılığına karışmanın yanlış ve tehlikeli olduğunu biliyordu.
Atatürkçü olmayı bu kişilere bırakan ve kendilerine Türkçü diyen kişilere gelince… Türkçülüğü bir ülkü olmaktan çıkarıp; nefislerinin süsü ve kişilik edinme aracı haline getirdiler. Dr. Rıza Nur adındaki bir zatın sapık düşünce dünyasının peşine takılıp giden bu Türkçüler Atatürk karşıtlığını veya Ata’ya soğuk durmayı marifet sandılar… Bunların yüzünden bir çok Türkçü en büyük Türk Milliyetçisinin Atatürk olduğunu unuttu gitti.
Atatürk’ü kullanmak isteyen bazı komünistlerimiz ise sadece Bursa Nutku’nu ele aldılar. Atatürk’ün Komünizme karşı sözlerinin olmadığını bir güzelce ispat etmeye çalıştılar. Bir kısmı ise “burjuva Kemal” diyerek Atatürk ile aralarına “uzlaşmaz çelişki” duvarı koydular.
İslamcılarımız mı? Onlar içinde Ata’mıza “deccal” diyenler de oldu; “Sağ olsaydı bizim partimize oy verirdi” diyenler de…
Bana gelince… Bütün düşünce ve eylem hayatım boyunca Atatürk’ü sevdim ve onu anlamaya çalıştım. 85 hafta TRT’de, 52 hafta Kanal B’ de ve bir çok sayıda yaptığım konuşmalarda, hep anlamak ve anlatmak çabasında oldum.
Haziran 2011