Asrın idrakinden uzak din ve Osmanlı cehaletleri…

Abone Ol
Bir nurcu web sitesinde birisi şunları yazıyor ve yakınıyor:

“Biri çıktı, Kurandaki Kıssaların çoğunun mecazi/sembolik/metaforik kısacası masal olduğunu söyledi. (M. Halefullah) Bu eğilimin bizdeki en ateşin savunucusu Mustafa Öztürk.

Biri çıktı Ehl-i Kitabın da mevcut itikatlarıyla cennete gidebileceğini söyledi. (S.Ateş)

Biri çıktı, “Hz. İsa’nın da bir babası vardır” dedi. (M. Ali Lahuri)

Biri çıktı, 19. sözde mucizesine uymadığı gerekçesiyle Tevbe Suresi’nin son iki ayetini Kur’an’dan çıkarmaya teşebbüs etti. Ve ilk mealini öyle yayınladı. (E.Yüksel)

Biri çıktı, namazın beş vakit değil üç vakit olduğunu söyledi. (Y.N. Öztürk)

Biri çıktı, İslam da bildiğimiz anlamda ‘namaz’ diye bir şeyin olmadığını söyledi. (İ. Eliaçık)

Biri çıktı, “Allah gaybı bilmez” dedi. (A.Bayındır)

Biri çıktı, “Kabir azabı yoktur” dedi. Ve bu iddiasını kanıtlamak için yaklaşık beş yüz sayfalık bir kitap yazdı. (M. Okuyan)

Biri çıktı, Kur’andaki ahkam ayetlerin değil sadece bütün Kur’an’ın tarihsel olduğunu dolayısıyla ahkamın bizi bağlamadığını söyledi. (M. Öztürk)

Biri çıktı, Hz. Adem’in (a.s) bir anne ve babasının olduğunu ve üstelik Evrim Teorisi’nin de nispeten gerçek olduğunu söyledi. (M. İslamoğlu)”

Okudunuz mu? Bunların tamamı, Mehmet Akif’in “Asrın idrakine söyletmeliyiz İslam’ı” tezinden ve temennisinden hareketle söylenmiş sözler ve arayışlar… Bunlardan korkuyorlar… Niye?...

Çünkü bu arayışlar, onların saplanıp kaldıkları risale-i nur ve eş’ari bataklığındaki tehlikelere işaret ediyorlar. Sorgulayın diyorlar, her şeyi sorgulayın, aklınızı işletin, bir cahil ve yarı deli adamın cifir ve ebcet zırvalarını papağan gibi tekrar etmeyin.

Bu din yeniden yapılanmalı, bunu yapmak da, İslam Dünyasının tek laik ve demokrat ülkesi olan Türkiye’ye düşer… Nurcu yazarın yakındığı arayışlar bunun ayak sesleridir yalnızca. Keşke arkası gelse…


ÜÇGENİN İÇ AÇILARI VE NEO-OSMANLICILAR…

François Baron Dö Tott, Macar asıllı bir Fransız asilzadesi…  1700’lü yılların ortasında Osmanlı Devleti’ne danışman olarak gelir ve “Mühendishane-i Berri i Humayun”u yani o günkü mühendislik mektebini kurar. 
Buraya kadar iyi tamam da, okul başlayınca Osmanlı mühendislerinin kara cahil oldukları çıkar ortaya.    
Baron de Tott, Türkiye anılarını topladığı kitapta şunları anlatır:

“Baktım, çok bilgisizler… En temel bilgileri sorarak yoklamak istedim… 
-Üçgenin iç açıları toplamı kaçtır? Diye sordum. Kimseden ses çıkmadı, biraz bekledim, biri el kaldırdı:
-Üçgenine göre değişir, dedi…"

Yaa işte böyle…  “Fatihleeer, Yavuzlaaar, Kanunileeer!” diye nutuk atanlar, bilgisizce ve ilgisizce Türkiye Cumhuriyetine laf atanlar, geri getirmek ya da model olarak tekrar almak istediğiniz Osmanlı’nın 1700’lü yılların ortasındaki hâli bu idi işte…

Kaygıyla çarparım yüzünüze! 
Yetmediyse, alın, bunu da alın!

III. MUSTAFA, II. FREDERİK VE MÜNECCİM

Müneccimbaşılık, Osmanlı devletinde resmi bir kamu görevi idi.

Bunların görevleri takvim hazırlamak ve yıldızların hareketlerine bakarak gelecek hakkında tahminlerde bulunmaktı. Savaş ve barışa karar verilmesi, ordunun sefere çıkması, şehzadelere sünnet düğünü yapılması, sadrazamlara mühür verilmesi, tersanede yapımı tamamlanan bir geminin denize indirilmesi gibi önemli işlerin başlanmasın­da müneccimlerin hazırladığı eşref saati denilen uğurlu saatler esas alınırdı.

18. yüzyıl padişahlarından III. Mustafa, müneccimliğe büyük önem verirdi. Avrupa’daki ekonomik ve teknolojik gelişmelerin oradaki müneccimlerin gücüne bağlıyordu. Sonunda, Ahmet Resimi Efendi’yi ücreti mukabilinde müneccim istemek üzere Prusya Kralı II. Frederick’e gönderdi. Kral, Osmanlı elçisine şaşkınlıkla baktı, acıdı hallerine, fakat cehaletlerini yüzlerine vurmaktan da geri durmadı: “Benim üç müneccimim var: Güçlü bir ordu, dolu bir hazine ve tarih okumak!” dedi.