Oğlu Tayyib bey aradığında ağzımdan çıkan ilk söz bu oldu:
“Asri Hoca da gitti”
Gittiği yerin nasıl bir yer olduğunu bilmiyoruz. Yine de inandığım bir gerçek var ki, Tanrı, Asri Hoca’yı Orada en iyi biçimde ağırlar.
Asri Hoca benim yerdeşim. Adını ilk duyduğumda adı değil de sanı sandır. Sandım ki “Çağdaş bir Hoca” olduğu için bu san verilmiş. Tanıdıktan sonra gerçeği öğrendimse de geçmişin de bugünün de çağdaşı olduğunu anladım. Bir ad, bir kişiye bu ölçüde mi yakışırmış.
Kendisi anlatmazdı. Arkadaşları anlatmıştı: Erzurum Atatürk Üniversitesinde okutmandı. Asistanlık istemezdi. Niye mi? Sıkı durun da şaşırmayın: “Asistanlık kadrosunu alırsa, başkasının olmasına engel olur diye…”
Yeryüzü böyle kişiler de gördü. İşte onlardan biriydi kardeşim…
Doğubeyazıt’da yedek subay olarak birlikte askerlik yaptık. Daha yakından tanıdım.
Ev tutamayan bir başka yedek subay arkadaşı eşiyle birlikte evinde barındırmıştı. Kim yapar böyle bir işi… İşte Asri Hoca buydu…
Alışverişe giderdik. Satıcı kesekağıdını doldururken arkasını döner; tartı tamamlanınca bir elma, portakal, patates, soğan, ne tartılıyorsa teraziden alır geri verirdi.
Niye arkasını dönüyor ki?
Satıcı, kendisine güvenilmiyor, diye düşünmesin…
Niye tartılanı geri atıyor. Hak geçmesin…
Yeryüzünde böyle Hocalar da yaşadı. İşte onlardan biriydi Asri Hoca…
Doğubeyazıt’ta “açık pazar” vardı. Kaçak nesneler oradan buradan özellikle İran’dan getirilir, burada satılırdı. Kaçakçılığı önlemekle yükümlü görevlilerin üstleri bile gelir buradan alışveriş yaparlardı. Bunu yapmayan ilkeliler de vardı. Anlamışsınızdır, biri de Asri Hoca… Yolu oraya düşmezdi.
Bu arada benim evime gelen yakınlarımdan hediye olarak kaçak nesneler getirenler olmuş. Bir gün mutfakta tümünü masanın üstüne koyup birer birer yere atıp kırdım. Eşim dondu kaldı. Konuşmadan karşı çıkmadan yüzüme bakakaldı. Üzüldüğü belliydi. Sorumluğu da yoktu. Sonradan anlattı ki “yüzüm bembeyazdı sesimi çıkarmaya korktum”
Bunu biraz da övünerek Asri Hoca’ya anlattım. Sanırım onay ile beğeni bekliyordum. Ne gezer… Alçak bir sesle dedi ki: “Peki… Yengeyi üzmeye değdi mi?..” Çok utandım. Tabak, bardak, fincan mincan kırmak iyi de ya kalp kırmak…
Yeryüzünde böyle ince kişilerde yaşadı… İşte onlardan biriydi Asri Hoca…
Asri Hoca İslam Dini bilgini, Arapça uzmanıydı. Profesör Doktor sanı da vardı. İmam Hatibi zar zor bitirenlerin bile İmamı Azam kesildiği bu ülkede, ben onun dini konularda keskin konuşmalar yaptığını görmedim. Soranlara biliyorsa anlatırdı. “Bilmiyorum” sözünü çok kullanmasını eleştirenler olurdu.
Bu ülkede bildiğinde bile “bilmiyorum” diyen kişiler yaşadı. İşte onlardan biriydi Asri Hoca…
Yarım yamalak bilgileriyle, ezberledikleri masallarla, afraları tafralarıyla din satıp akça yığanların ortalığı “din bilgini” gösterişçiliğiyle kapladığı bir ülkede yaşıyoruz.
Yanmayan kefen, Peygamberi düşte gösteren terlik satanlar, yazdıklarını satabilmek için pazarcı esnafı gibi bağıranların gürültü kirliliği sonucunu veriyor.
Nasıl bir sonuç bu…
Onların ürünleri alanlar da var olsa da, çoğunluk onlara bakarak İslam’dan soğuyor. Toplum hızla iki kutba ayrılıyor.
Bir yanda içini yitirmiş kabuk din dinciliği, öte yanda yaygınlaşan din karşıtlığı.
Sözü kestirmeden söylemeliyim: Din Bilgini geçinenler Asri Hoca gibi olsaydı, bu işler böyle olmazdı.
Asri Hoca çok çok önemli bir kişilikti. Buna benzer bir yazıyı sağlığında da yazmıştım.
Şimdi de içimden geldiği gibi yazıyorum.
Yeni dirliğin iyi olsun kardeşim, Asri Hoca’m, Asri Çubukçu… Geride kalanlara iyilik, sağlık, esenlik, uzun başarılı dirlik diliyorum.
“Asri Hoca da gitti”
Gittiği yerin nasıl bir yer olduğunu bilmiyoruz. Yine de inandığım bir gerçek var ki, Tanrı, Asri Hoca’yı Orada en iyi biçimde ağırlar.
Asri Hoca benim yerdeşim. Adını ilk duyduğumda adı değil de sanı sandır. Sandım ki “Çağdaş bir Hoca” olduğu için bu san verilmiş. Tanıdıktan sonra gerçeği öğrendimse de geçmişin de bugünün de çağdaşı olduğunu anladım. Bir ad, bir kişiye bu ölçüde mi yakışırmış.
Kendisi anlatmazdı. Arkadaşları anlatmıştı: Erzurum Atatürk Üniversitesinde okutmandı. Asistanlık istemezdi. Niye mi? Sıkı durun da şaşırmayın: “Asistanlık kadrosunu alırsa, başkasının olmasına engel olur diye…”
Yeryüzü böyle kişiler de gördü. İşte onlardan biriydi kardeşim…
Doğubeyazıt’da yedek subay olarak birlikte askerlik yaptık. Daha yakından tanıdım.
Ev tutamayan bir başka yedek subay arkadaşı eşiyle birlikte evinde barındırmıştı. Kim yapar böyle bir işi… İşte Asri Hoca buydu…
Alışverişe giderdik. Satıcı kesekağıdını doldururken arkasını döner; tartı tamamlanınca bir elma, portakal, patates, soğan, ne tartılıyorsa teraziden alır geri verirdi.
Niye arkasını dönüyor ki?
Satıcı, kendisine güvenilmiyor, diye düşünmesin…
Niye tartılanı geri atıyor. Hak geçmesin…
Yeryüzünde böyle Hocalar da yaşadı. İşte onlardan biriydi Asri Hoca…
Doğubeyazıt’ta “açık pazar” vardı. Kaçak nesneler oradan buradan özellikle İran’dan getirilir, burada satılırdı. Kaçakçılığı önlemekle yükümlü görevlilerin üstleri bile gelir buradan alışveriş yaparlardı. Bunu yapmayan ilkeliler de vardı. Anlamışsınızdır, biri de Asri Hoca… Yolu oraya düşmezdi.
Bu arada benim evime gelen yakınlarımdan hediye olarak kaçak nesneler getirenler olmuş. Bir gün mutfakta tümünü masanın üstüne koyup birer birer yere atıp kırdım. Eşim dondu kaldı. Konuşmadan karşı çıkmadan yüzüme bakakaldı. Üzüldüğü belliydi. Sorumluğu da yoktu. Sonradan anlattı ki “yüzüm bembeyazdı sesimi çıkarmaya korktum”
Bunu biraz da övünerek Asri Hoca’ya anlattım. Sanırım onay ile beğeni bekliyordum. Ne gezer… Alçak bir sesle dedi ki: “Peki… Yengeyi üzmeye değdi mi?..” Çok utandım. Tabak, bardak, fincan mincan kırmak iyi de ya kalp kırmak…
Yeryüzünde böyle ince kişilerde yaşadı… İşte onlardan biriydi Asri Hoca…
Asri Hoca İslam Dini bilgini, Arapça uzmanıydı. Profesör Doktor sanı da vardı. İmam Hatibi zar zor bitirenlerin bile İmamı Azam kesildiği bu ülkede, ben onun dini konularda keskin konuşmalar yaptığını görmedim. Soranlara biliyorsa anlatırdı. “Bilmiyorum” sözünü çok kullanmasını eleştirenler olurdu.
Bu ülkede bildiğinde bile “bilmiyorum” diyen kişiler yaşadı. İşte onlardan biriydi Asri Hoca…
Yarım yamalak bilgileriyle, ezberledikleri masallarla, afraları tafralarıyla din satıp akça yığanların ortalığı “din bilgini” gösterişçiliğiyle kapladığı bir ülkede yaşıyoruz.
Yanmayan kefen, Peygamberi düşte gösteren terlik satanlar, yazdıklarını satabilmek için pazarcı esnafı gibi bağıranların gürültü kirliliği sonucunu veriyor.
Nasıl bir sonuç bu…
Onların ürünleri alanlar da var olsa da, çoğunluk onlara bakarak İslam’dan soğuyor. Toplum hızla iki kutba ayrılıyor.
Bir yanda içini yitirmiş kabuk din dinciliği, öte yanda yaygınlaşan din karşıtlığı.
Sözü kestirmeden söylemeliyim: Din Bilgini geçinenler Asri Hoca gibi olsaydı, bu işler böyle olmazdı.
Asri Hoca çok çok önemli bir kişilikti. Buna benzer bir yazıyı sağlığında da yazmıştım.
Şimdi de içimden geldiği gibi yazıyorum.
Yeni dirliğin iyi olsun kardeşim, Asri Hoca’m, Asri Çubukçu… Geride kalanlara iyilik, sağlık, esenlik, uzun başarılı dirlik diliyorum.