Aşık Yaşar Reyhani anısına...

1980 yılının son aylarıdır. Ülkenin en atılgan, en hesapsız, en dürüst, en yurtsever ve en yiğit çocukları “ülkücü” ve “devrimci” diye birbirine düşman edilip kırdırılırken kılını kıpırdatmayan, hatta bu kavganın daha da büyümesi için kışkırtıcılık yapanlar, sonra ABD’nin onay ve yardımıyla, yönetime el koydular. 24 Ocak 1980’de uygulamaya konulan, fakat demokrasinin ayakbağı olduğu “küresel liberal düzeni” oturtmak için ülkede “ülkücü” ve “devrimci” avı vardı artık. Gencecik çocuklar “bir sağdan bir soldan” diye ipe yollanmakta, vatan yeniden “kurtarılmaktadır."

Abone Ol

1980 yılının son aylarıdır. Ülkenin en atılgan, en hesapsız, en dürüst, en yurtsever ve en yiğit çocukları “ülkücü” ve “devrimci” diye birbirine düşman edilip kırdırılırken kılını kıpırdatmayan, hatta bu kavganın daha da büyümesi için kışkırtıcılık yapanlar, sonra ABD’nin onay ve yardımıyla, yönetime el koydular. 24 Ocak 1980’de uygulamaya konulan, fakat demokrasinin ayakbağı olduğu “küresel liberal düzeni” oturtmak için ülkede “ülkücü” ve “devrimci” avı vardı artık. Gencecik çocuklar “bir sağdan bir soldan” diye ipe yollanmakta, vatan yeniden “kurtarılmaktadır."

Konya’da her yıl yapılagelen âşıklar bayramı da o günlere denk gelmiştir. 2. Ordu Komutanı Orgeneral Bedrettin Demirel, Âşıklar Bayramı’nın onur ve gözde konuğudur. Âşıklara ‘ayak vermek' gözde konuklara tanınan bir onur ve ayrıcalık… Bedrettin Paşa, “Ne mutlu Türk’üm diyene!” ayağını verir âşıklara. En başta Erzurumlu Âşık Yaşar Reyhanî oturmaktadır, ilk dörtlüğü o diyecektir. Der:

Kimi attık, kimi tuttuk
Kavgayı kiminle ettik
Türk’üz dedik ipe gittik
Ne mutlu Türk’üm diyene

Salondakiler memnun ama şaşkın ve kaygılıdırlar. “Bu âşık aklını mı yitirdi? Hiç Bedrettin Paşa’nın huzurunda böyle şey söylenir mi? Belâsını arıyor, atacaklar içeri…”

Sıra öteki âşıkların… Havadan sudan derler onlar, sonra sıra yine Reyhanî’ye gelir. Reyhanî aynı sertlik ve mertlikle yine haykırır:

Zindanlara doldurdular
Sinemizi deldirdiler
Türk’üz dedik öldürdüler
Ne mutlu Türk’üm diyene

Seyirci coşmuştur, ürkeklik ve kaygı, yerini alkış tufanına bırakmıştır. Salondan sloganlar, bağırtılar, Reyhani’ye takdir sesleri yükselmektedir.

Bedrettin Paşa programdan sonra Reyhanî’yi yanına çağırtır, öğüt verir, uyarır; “Dilini tut, herkes ben değilim ha!” der.

Reyhanî’nin bu cesaret ve vefa örneği çıkışı, Erzurum’da dilden dile anlatılıyordu.

Bense Reyhanî “Sözünü tuttu” diyordum kendi kendime…

Bir bildiğim vardı elbette, ondan dolayı böyle diyordum.

O bildiğimin öyküsü şöyle: Ben 1967 yılında Atatürk Üniversitesi İşletme Fakültesi’ne kaydolduğumda sıkı solcu idi Reyhanî, sol içerikli deyişleri vardı, solcuların gecelerinde boy gösteriyordu. Sol içerikli derken, o yıllara göre sol içerikli, şimdi olsa sıradan sözler olarak algılanır:

“Bir Abdullah vardı öldü dediler/Ne ey oldu gardaş öldün kurtuldun/Kefenin komşular aldı dediler/Ne ey oldu gardaş öldün kurtuldun

Bir ineğin vardı suya gitmezdi/Ahırdan çıkmaya gücü yetmezdi/Bu yoksulluk seni heç unutmazdı/Ne ey oldu gardaş öldün kurtuldun

Reyhaniyim ıskatına oturduk/Yarı buçuk bir salavat getirdik/ Şeker telisine sardık götürdük/Ne ey oldu gardaş öldün kurtuldun”

Adanalı Kul Mustafa adında bir âşık vardı. Âşıklık tarafı pek güçlü değildi ama uyanık biriydi, ülkücülere angaje olmuş, tüm Anadolu’yu dolaşıp çalıp söylüyor, hem para kazanıyor hem de ünü artıyordu. Erzurum’a da geldi. Dadaş Sineması’nda verip veriştiriyor. Bir gece varmış İstanbul’da o yılların hızlı sosyalisti Çetin Altan da oradaymış,  Âşık İhsanî’yle atışırken Kul Mustafa demiş ki: “Etme Moskof’un methini/Arka mı ettin Çetin’i/Sen bu yurdun kıymatını/Bilemezsin geri çekil”

Alkış kopuyor, Kul Mustafa anlatmaya devam ediyor: “Maalesef oradaki âşıkların çoğu da bunların tarafını tutuyordu, bunlardan biri de Erzurumluydu, şimdi bizim gecelere de çağrılan Reyhanî…”

Arka sıralardan bağırtılar geliyor: “Reyhani burada!... Reyhani burada!...”

Şaşırıyor Kul Mustafa, Reyhanî sahneye geliyor, alkışlıyor kimileri… Alıyor mikrofonu “Mustafa, koskoca bir partiye sırtını vermiş, beni karalamaya uğraşıyor. Bu anlattıklarının doğruluğunu bilemem ama benim için dediklerinin hepsi yalan…” diyor.

Kul Mustafa diyor, o diyor, sazsız atışma… Sonra Aşık Nuri Çırağı araya girip susturuyor ikisini de, dedikleriyle arayı bulup salonu da sakinleştiriyor…

Aradan birkaç ay geçiyor, bir gün MHP İl binasında, İl Başkanı Necati Bölükbaşı, İl Yönetim Kurulu üyesi İlhamı Kafkas ve ben oturuyoruz. Kapıdan içeri Reyhanî giriyor. Hoş geldin edip oturtuyoruz, halini hatırını soruyoruz. Reyhanî, Necati ve İlhami’yle aynı ilçedenler, üçü de Hasankaleli. Reyhanî, “Başkan” diyor “Biz seninle aynı toprakların çocuğuyuz, beni iyi tanırsın, aslımı, neslimi bilirsin. Ben şimdiye kadar bazı hatalar ettim, solcuların gecelerine gittim, bazı sol içerikli deyişler de dedim. Ancak artık onlar geride kaldı. Ben bundan sonra her şeyimle sizinle beraberim, sazımı, sözümü partinin ve bu dâvânın emrine vereceğim”

Necati “Çok memnun oluruz, çok seviniriz âşık” diyor. Reyhanî, Necati’nin sözlerini sanki “Halam, hatırın kalmasın” kabilinden sözlermiş gibi algılıyor, Türkeş’in o yıllarda çok tartışılan sözlerini anıştırarak “Ben bu dâvâdan dönersem beni vurun!” diye güvence vermeye çalışıyor. Üçümüz birden gülüyoruz: “Yok yok Âşık, emin ol, kimse kimseyi vurmuyor burada. Seni bağrımıza basarız merak etme” diyerek karşı ve gerçek güvenceyi veriyoruz.

Reyhanî partinin tüm gecelerine geliyor ondan sonra, şiirlerine milliyetçi izlekler ve söylemler egemen oluyor.

O gecenin tarihini bile hiç unutmuyorum: 5 Ocak 1975. Kapalı Spor Salonundaki MHP gecesinde Türk Halk Müziği sanatçıları Mükerrem Kemertaş, Raci Alkır, Türk Sanat Müziği sanatçısı Ali Şenozan ve halk ozanları Ozan Arif ile Reyhanî varlar. Gece bitiyor, İlhami Kafkas kardeşim âşıklar dışındaki sanatçıların paralarını ödüyor, sona Reyhanî ile Ozan Arif kalıyorlar, Reyhanî, İlhami’nin kulağına eğiliyor “İlhami Bey, hemşerim, beni bu Ozan Arif’in yanında mahcup etme, bana 5 lira olsun, ondan daha fazla para öde, ben o fazlalıktan fazlasını partiye bağış yapayım” diye yalvarıyor. İlhami sinirleniyor “olmaz öyle şey, herkesle ne konuşmuşsak onu öderiz, ben öyle ayrım yapmam” diyor. Reyhanî ağlıyor. Ben dayanamayıp İlhami’ye “Yahu yap dediğini be İlhami” diyorum ama İlhami bakmıyor âşığın gözünün yaşına.

İlhami adaletli olmak uğruna yapıyor bunu. 12 Eylül döneminde herkes ağzını mühürleyip bir yerlere savuşurken Reyhanî, Konya Âşıklar Bayramı’nda yukarıya aldığım o müthiş çıkışı yapıyor. Ozan Arif’e gelince, o, aranıyorum diyerek, Almanya’da alıyor soluğu.

Reyhanî’nin özellikle taşlama dalında çok güçlü ve halkı etkileyen, halkın duygularına tercüman olan şiirleri vardı. Türk Halk Edebiyatı tarihindeki yeri kalıcı olacaktır.

“Aman Gazeteci” adlı güzel taşlamasıyla veda edelim Reyhani’ye:

Aman gazeteci gel bizim köye
Bizden olan türlü halleri de yaz
Yalnız saçlıyı başlıyı değil,
Uyuzu, koturu, kelleri de yaz.

Tütmez oldu köyümüzün bacası
Ne gündüzü belli ne de gecesi
Dokuz yıldır Alamanya'da kocası
Çoluklu çocuklu dulları da yaz.

Zannetme ki bütün millet bütündür
Bilmez misin bir tarafı yetimdir
Senin için şark hizmeti çetindir
Uzaktan görünen illeri de yaz.

Vallahi doğuda yaşamak hata
Bir köyde bir ağa biniyor ata
Bir baş kırar on bin verir avukata
İfadeden aciz dilleri de yaz.

Benim neme lazım koskoca ırmak
Çünkü taksimimde var susuz durmak
Senin bahsettiğin ojeli parmak
İçi nasırlanmış elleri de yaz.

Bir de tenezzül et bizim köyde yat
Gel sor soruştur, derdimiz kat kat
Taş koyulmamış Kars'a bir göz at
Ardahan'a gitmez yolları da yaz.

Reyhani'yim ne karalı yazım var.
Ben insanim birçok şeyde arzum var.
Ne yazık kırılmış bir de sazım var
Üstünde paslanmış telleri de yaz.

Haziran 2013