Arap budur, batak budur…

Abone Ol
“Araplar pek zeki sayılmazlar; fakat açgözlülükte üstlerine yoktur. Dahası tilki ve hindirler.

Hem İngilizden hem Türk’tenaltınsızdırırlar.

Arap şeyhlerinin göğüslerinde, İngiliz, Alman ve Türk madalyaları sıra dizilidir.

Arap şeyhleri kendilerini ziyarete gelenlere sorarlar:
-Kimsiniz!
-Türk’üz.
-Yaşşa Türk.

Soruyu sordukları bir İngiliz ise:
-Yaşşa İngiliz, diye bağırırlar.

Çölde Türklerden çaldıkları atları İngilizlere, İngilizlerden çaldıklarını Türklere satarlar.”

Falih Rıfkı Atay, Birinci Dünya Savaşı’nda Kanal ve Filistin Cephesinde görev yapan Cemal Paşa’nın yaveri iken gördüklerini o müthiş güzel üslup ve anlatımıyla kaleme almış ve “Zeytindağı” adlı kitabında toplamıştır.

Yukarıdaki satırlar işte o kitaptan…

Ordularımıza danışmanlık ve kumandanlık da yapan Alman Liman von Sanders, “Türkiye'de Beş Sene” adlı anılarında, Atay’a koşut bilgiler veriyor: "1916 yazında Arap meselesi İngilizlerin lehine dönmüştü.
İngilizler için sadece hazırlanan esaslar üzerinde faaliyete devam etmek kalıyordu.

Araplar ile olan bu çatışma İngilizlerin o kadar işlerine yaradı ki, Mısır Seferi diye anılan bu seferin daha sonraki aşamalarında, İngilizler, sanki kendi memleketlerinde savaşıyorlarmışçasına müsait şartlar altında savaştılar.

Türkler ise kendi memleketlerinin bir kısmında doğrudan doğruya düşmanca duygular besleyen yerli halk arasında savaşmaya mecbur olmuşlardı.’’
 
Evet Araplar o büyük savaşta bize ihanet ettiler. Savaşın sonuna doğru Büyük Atatürk Suriye’de idi. İşte o zaman bu büyük askerin neler yaptığını, Nurten Arslan’ın “Küçük Anılarda Büyük Sırlar” adlı eserinin 2. cildinden aktaralım:

“Osmanlı savaşı kaybetmişti. Kaybedilen yerlerin geri alınması mümkün değildi. Acele karar verilmezse Anadolu tehlikeye girecekti.

Halep sadece Türkler için değil, Türk’ü sevenler için de istikbal vaad etmiyordu.

(…) Akşam olmuştu, hemen Halep kumandanını çağırdı; her türlü savaş malzemesinin bütün yaralı ve hastaların Adana’ya nakledilmelerini emretti ve ekledi: ‘Bu akşam Halep ilerisindeki kuvvetleri geriye çekeceğim. Yarın Halep’in kuzey batısındaki İngiliz ve Araplarla çarpışacağım. Birliklerinizi buna göre tertipleyiniz.’

Olaylar onun tahminleri doğrultusunda gelişmişti.

Ertesi gün Türklerin çekildiğini ve hiçbir şekilde karşı konulamayacağını zanneden Araplar, İngilizlerle birlikte saldırdılar.

Kemal, Mehmetçiklere emir verdi:

-Düşman bu hattan ileriye geçemeyecektir; çünkü artık Türk vatanını savunuyoruz!

Artık Mehmetçik toprağıyla, havasıyla, insanıyla Türk vatanını savunuyordu. Son sömürgeci ve Arap saldırısı, Türk Ordusu tarafından çetin bir savunma sonunda kırıldı.

Dört yıl süren dünya harbinin son savaşını Toros Dağlarının eteklerinde Mustafa Kemal Paşa’nın Mehmetçikleri kazanmıştı.”

Türk Yurdunu, Atatürk sayesinde bir de Kurtuluş Savaşı vererek kurtardık… Fakat şimdilerde tarihin bu faslını unutup, yeniden ağzı açık Arap hayranı olup, Ordadoğu bataklığına batıverdik…

Oysa tarihe baksak orada her türlü ders ve ibret var.  Bu ibretlerden birini daha aktarıp sonlayalım yazımızı.

Gertrude Bell, bir İngiliz casusu…  Birinci Dünya Savaşı’ndan çok çok öncelerde geziyor Arabistan’ı, Suriye’yi, Filistin’i, Mısır’ı ve Irak’ı. Ana dili gibi Arapça öğreniyor. Arap aşiretlerinin tüm özellik ve yönelimlerini not ediyor. Şu meşhur Lawrence, onun genç yardımcısı… Savaş sırasında Irak’ta görevlendiriliyor Gertrude Bell.

Savaş sonunda Irak ve Suriye’nin statüsü ve sınırları tespit edilirken ona başvuruluyor, onun bilgileri ve önerilerinden yararlanılıyor. Sınırları cetvelle çizdiren o…. Bu yaman kadının hayatı “Çöl Kraliçesi” adıyla romanlaştırıldı (belgesel roman). Can Yayınları Türkçesini de yayımladı. Şimdi o romanın bir yerinden önemli bir alıntı yapacağım. Fransızların Suriye tahtına oturtmadıkları, Mekke Şerifi Hüseyin’in oğlu Faysal’ı, Irak’a getirtip kral olarak başa geçirmiştir Bell ve “Ölmeden önce Faysal’ın İran sınırından Akdeniz’e kadar olan bütün topraklarda hüküm sürdüğünü görmek istiyorum” demektedir. Fakat kral, yerel bazı aşiretlerin milli tepkileri sebebiyle, Irak’ı İngiliz himayesinde bir ülke olarak ilan etmemektir bir türlü. Gertrude Bell tepki gösterince bu savsaklamaya, ona şunları söyler Faysal yalvaran bir sesle:

“Unutma, biz tam altıyüz yıldır köleyiz. Bir köle kendini kurnazlıkla korur. Her iki tarafı da hoş tutmak zorundadır (tıpkı benim yaptığım gibi). Bize özgür insan olmayı öğreten, yüzlerce yıllık bir deneyime sahip değiliz.” 

İşte Arap bu… Osmanlı’nın Kavm-i Necip diye askerlik bile yaptırmadığı Arap… Ve bu Faysal, Peygamber soyundan güya, Osmanlı dönemini 600 yıllık kölelik olarak görüyor ve yeni efendisi İngilizlere aktarıyor bunu…