Her ne kadar Manisa Şehzadeler şehri olarak anılsa da, son dönem nesil olarak bizim açımızdan Manisa denince daha çok ister istemez Ahmet Er, Selçuk Duracık ve Halil Esendağ gelmekte. Bu nedenle bilhassa ülkü erlerini bağrında taşıması hasebiyle Manisa’ya bir başka gözle bakarız hep. Hiç unutmam bir gün Bayburt Şehit Osman tepesinde mahalle arkadaşım Nevzat Köse ile hasbıhal ederken bana Kenan Evren döneminde İzmir’de askerlik yaptığı günlerden de bahseder. O günlerde askerlik vazifesi gereği İzmir’den Buca Cezaevine gidiş gelişlerinde en son Halil Esendağ ve Selçuk Duracık’ın idam edilişiyle birlikte toprağa verilişinde güvenlik görevlisi olarak mezarı başında bulunduğunda Manisa’nın üzerine adeta matem havası çöktüğünü anlatmaktan kendini alamaz da. Böylece bu anlatılanlardan hareketle Manisa’nın tüm ülkü camiasının nezdinde bir bambaşka duygu yüklü bir şehir olduğunu bir kez daha idrak etmiş oldum. Dahası Manisa, Şehzadeler şehri olmanın ötesinde ölüme şerbet diyen bir şehirdir dersek yeridir. Nasıl mı? Halil Esendağ ve Selçuk Duracık’ın idam sehpasında şahadet şerbeti içmesine ramak kala arkadaşlarına ve ailelerine yazdıkları Yusufiye mektuplar bunun bariz delilleri zaten. İlginçtir infaz anına saatler kala bu iki ülkü şehidinin ülküdaşlarına ithafen yazdığı mektupta Saadat-ı Kiram ve Gönüller Sultanı Seyda (k.s)’a selam göndermeleri de son derece manidar bir duygu selidir. Bakın o mektupta ne diyorlar:
“Ol deyince bütün âlemleri olduran, her şeyin sahibi mutlak hakimi Cenab-ı Rabbül alemine sonsuz hamda ve sena olsun. Selatü selam, âlemlere rahmet olarak gönderilen Cenab-ı Allah’ın en sevdiği kulu ve Resul’ü ümmeti olarak şereflendirdiğimiz “O” en güzele Hz. Muhammed (s.a.v) efendimize, sevgili ailen, ashabına, Saadet-i Kiram ve Gönüller Sultanı Seyda (K.S) Hazretlerine cümle Evliyaya ve mü’minlere olsun inşallah.
Esselamün Aleyküm ve Rahmetullahi ve beakatühü, Pek muhterem.. abi ve dünya ukba kardeşlerimiz, gönüller dostu sevgi, hürmet ve hasretle kucaklaşır muhabbetle büyüklerimizin ellerinden, küçüklerimizin gözlerinden öper aciz şahsımız ve ehl-i İslam hayır dualarınıza Cenab-ı Rabbül Âleminden niyaz ederim.
Muhterem abilerimiz ve gardaşlarımız…
Bu aciz satırları yazmamızın gayesi sizle gönüllerde helalleşmek içindir. Cümleniz hakkınızı helal edin hayır ve dualarınızı eksik etmeyin. Bizlerin varsa cümlenize hakkımız helal olsun. Rabbül Âlemin takdiri böyleymiş. Elhamdülillah biz acizlere takdiri ilahisine rıza göstermeyi nasip etsin, Rabbül Âlemin inşallah.
Bir haberde şöyle buyuruluyor: Ölüler için yapılan dualar nurdan tabaklarla onlara takdim olunur (Hadis-i Şerif).
Ölüye kendisinin üzerine yas tutması sebebiyle kabirde azab olunur. (Hadis-i Şerif)
İman sahibi Mevla’mıza kavuşuncaya kadar rahata eremez.
Esselamün Aleyküm ve Rahmetullahi ve Berekatühü. Haziran 1983” (Bkz. Remzi Çayır, Onlar Diridirler, Alperen Yayınevi -1987, Sayfa:97)
Peki ya, Alparslan Türkeş’in yol arkadaşı Ahmet Er Ağabeyimizin Manisa açısından önemi nedir derseniz, malumunuz bu değerli ağabeyimizin vefatının hemen ardından EnPolitik ve Bayburt Postasında yayınlanan “Bir Gönül Adamı Ahmet Er” makalemize bakıldığında (http://www.bayburtpostasi.com.tr/bir-gonul-adami-ahmet-er-makale,7450.html) önemi net bir şekilde görülecektir. Tabii Ahmet Er’in hatıraları bu makaleyle sınırlı değil, dahası da vardı elbet. Madem dahası var, o halde Horasani Gönül ağabeyimizin Kamer Vakfı Bülteninde ve Gündüz Gazetesinde yayınlanan iki önemli hatırasını atlamak olmazdı. Nasıl ki, Selçuk Duracık ve Halil Esendağ yazdığı mektuplarında Seyda Hz.lerini anmadan geçememişlerse, Ahmet Er Ağabeyimizde hatıralarına Seyda Hz.lerini katmadan geçememiştir. Öyle ki bu hatıra, hatıra olmanın ötesinde tarihe not düşülecek derecede öneme haiz tarihi bir vesika dersek yeridir. Madem öyle Ahmet Er Ağabeyimiz, Gönül Sultanını anlatırken kendi gönül dünyasına nasıl ışık olduğunu nasıl dile getiriyor, bu tarihi vesikaya bir bakalım:
“Yılını tam hatırlamıyorum. Bir gün manada bir büyük zat atının arkasına beni bindirdi. At havada uçuyordu ve mevcut atlardan farklı bir yapıya sahipti. Büyük zatın elinde kırbaç olarak büyük bir çınar ağacı vardı. Havada bir müddet seyrettikten sonra yere indik. Atı başıboş bıraktık. Derken yanımızda yardımcısı zuhur etti. Yardımcıya sordum. Bu at başıboş bırakılırsa kaçmaz mı dedim. Cevap verdi. O da bizim gibi tayyi mekândır... Yan yana yürüyoruz. Kendilerine sordum. Türk milletinin kurtuluşunu müjdeleyebilir miyiz? Cevap verdi. Bu arada tahta bir direğin dibine oturduk. Bana üç sual sordu. Bunlardan bir tanesi şuydu.. ''Maksadın nedir?..'' Türk İslâm Medeniyetini zamanımızda yeniden inşa etmektir. Cevabı beğendi ve başını eğerek tasdik etti. Bu manadan bir müddet sonra Menzil'e gittim. Seyda (k.s) Hazretleri ile ilk defa tanışıyordum. Mana âleminde atın arkasına beni bindiren O idi. Soru soran da O idi. Tanışmamız böyle oldu. Bilahare zaman zaman yanlarına uğradım. Vefatından bir hafta önce de Afyon'da görüştük. Sohbetinden aldığım ilginç satırlar şunlardı.
''Biz Hıristiyan âleminden korktuğumuz kadar Allah'tan korksaydık bu milletimize yeterdi''. Vefatından sonra da Seyyid Abdulbaki (k.s) Hazretleri, Seyyid Fevzeddin (k.s) Hazretleri'ne ve aile-i saadetlerine, kıymetli zatlara başsağlığında bulundum. Kendilerini mânâ âleminde birkaç defa daha gördüm.
1992 yılı Hac seferinde Mekke'de 13 hacı ile halifelerinden Molla Yahya Hazretleri başta olarak Seyyid Muhammed bin el Maliki Hazretleri tarafından kabul olunduk. Sohbetten sonra ''Muhammed Raşid Hazretlerine selâm söyleyin bana hususi duada bulunsun'' dedi. Kendilerine bu selam sağlığında iletilmiştir.
Bugün çeşitli bölge ve çeşitli gençlik kesiminde birçok kişi Seyda (k.s) Hazretlerinin sofisi olmuştur. Bu dergâhın genel vasfı şudur. Büyük bir iman ve muhabbet sofrasıdıdr. Millî ve manevî değerlerle süslü gençliğe büyük teveccüh ve tasarruf ettiğini manada da, zahirde de müşahede ettim. Osmanlı'nın çöküşü ile kapanan mana ehlinden istifade, bugünkü genç kuşak tarafından tekrar başlatılmıştır.
Şu anda vefatından sonra halifelik makamında bulunan Hakk dostlarının faaliyetleri ile inşallah yeni İslâm medeniyetlerinin doğmasında, gelişmesinde manevî bir ışık olarak yol gösterecektir.
MÜRŞİD-İ KÂMİL
Söze Allah'ın (c.c) adı ile başlarız. Elestü bi Rabbiküm. Cenab-ı Hakk Kalû Belâ'da kullarına böyle sesleniyordu. Ben sizin Rabbiniz değil miyim?
Beli, bütün ruhlar bu ilahi hitaba evet diye cevap verdiler. Bu âdemoğlunun hayatında yaptığı ilk ve en büyük, en şerefli mukavele idi.
Hani Rabbin âdemoğullarından onların sırtlarında zürriyetlerini çıkarıp kendilerini nefslerine şahit tutmuştu: ''Ben sizin Rabbiniz değil miyim?'' demişti. Onlar da evet (Rabbimizsin) şahit olduk demişlerdi. (İşte bu şahitlendirme) kıyamet günü ''Bizim bundan haberimiz yoktu'' demememiz içindi.
Ayette ''Daha evvel ancak atalarımız (Allah'a) şirk koşmuştu. Biz de onların ardından (gelen) bir nesiliz. Şimdi o batılı kuranların işlediği (günahlar) yüzünden bizi helâk mi edeceksiniz?'' demememiz içindi.
Merhum Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır bu ilahi mukavele ile ilgili şu beyanda bulunuyor:
''Bu mukavele ve bu misak-ı fıtri beşerin mebde-i dinisi, mebde-i medenisi, mebde-i hukukisi, mebde-i içtimaisidir.'' Evet, Cenab-ı Hakk bu mukavele ile yetinmemiş kullarını irşad için bu ilahi mukaveleyi (anlaşmayı) hatırlatan ve rahmetinin müjdelileri, azabının habercileri olmak üzere dünyamıza yüz yirmi dört bin peygamber göndermiştir. Bütün peygamberler kavimlerine ilahi mukaveleyi hatırlatmışlar ve, ''Ey kavmim Allah'a kulluk edin, sizin O'ndan başka tanrınız yoktur'' diye seslenerek ortak çağrıda bulunmuşlardır. Ve nihayet Resulü Kibriya, Hatemül Evliya, Hatemül Mürselin Fahri Kâinat efendimiz bütün insanların ve cümlenin peygamberi ve son haberci olarak dünyayı ve kâinatı şereflendirdi. Böylece hak dini Kur'an'ı ile Hak geldi'' batıl gitti. Ahlâk ve din tamamlandı. Sevgili Peygamberimiz son peygamberdir. Ancak Sevgili Peygamberimizin (s.a.v.) varisleri olan Veliler, hak dostları kıyamete kadar devam edecektir. İşte aziz Seydamız merhum Seyyid Muhammed Raşid Erol Hz. sevgili Peygamberimizin varislerinden biri, Veliyi Kebir, Mürşidi Kâmil, hak dostu bir büyüğümüz idi. 1992 yılında Hac gazasını ifa ederken Mekke-i Mükerreme'de Yahya Molla Efendi Hz. ile beraber onüç arkadaş (Ömer Özkan da vardı) Seyyid Muhammed bin El Mekki Hz. ziyaret etmiştik. Kendileri ehl-i sünnet vel cemaati savunan bir maneviyat ve cihat ehli idi. Adeta bir İdris-i Bitlisi idi. Bizlere döndü ve dedi: ''Kardeşim Muhammed Raşid'e selam söyleyin benim için hususi dua buyursun'' (Bu rica ulaştırılmıştır). Seyda’mız dünyada gerçek hürriyetini tadını, lezzetini tadanlardan biri idi. Öyle ya insan, imanı ve ahlâkı derecesinde hürdür. İnsan Allah'a kulluk şuuruna ermedikçe, kula kul olmaktan kurtulmadıkça beşeri münasebetlerde korku ve menfaat çemberini kırmadıkça, ihlâs ve Allah rızasını hayatımızın bütününe hâkim kılmadıkça kısacası Allah'ın ipine sarılmadıkça geçek hürriyete ulaşamaz.
Mahdumu alîleri Fevzeddin Hz.leri naklettiler: Seyda’mız buyuruyor ki Fevzeddin bir kâğıt kalem getir yaşımı hesap edelim. Hesap ettim. Altmış üç çıkıyordu. Hissettim ki altmış üçü geçmek istemiyordu. Altmış dört dedim. Yanlış hesap ettin bir daha hesap et. Altmış üçü geçmemesi lâzım dedi. Şeyh Ahmet Yesevi Hz. de sevgili Peygamberimiz (s.a.v.) altmış üç yaşında irtihal buyurdukları için ömrünün altmış üç yaşından sonraki bölümünü çilehanede geçirmişti. Seyda’mız da dünyadan altmış üç yaşında göç etmiştir. Vefatından iki hafta önce Afyon'daki bir sohbetinde ifade buyurdular ki, ''Eğer Hıristiyanlıktan ve yabancı devletlerden korkulduğu kadar Allah (c.c) 'tan korkulsaydı milletçe ve devletçe içinde bulunduğumuz sıkıntılara düşmezdik''
Kendileri hayatta iken bir mana âleminde sordum: ''Kurban, Türk milletinin ve İslamiyet’in yükselişini milletimize müjdeleyebilir miyiz?
Türk-İslam medeniyetinin doğuşunu milletimize müjdeleyebilir miyiz?
MÜJDELEYEBİLİRSİNİZ'' diye cevap buyurmuşlardı.
Bir Ramazan ayı içinde de sabaha karşı fakir haneyi şereflendirdiler ve şunları ifade ettiler:
''Sizler şimdiye kadar Şaban'ın (Büyük bir ihtimalle Şaban Veli Hz.leri olabilir) tasarrufunda idiniz. Şimdi hepiniz benim tasarrufumdasınız'' müjdesini verdiler.
Dünyada en çok meşakkat çekenler peygamberler, veliler ve onların yolundan yürüyenlerdir. Veliy-i Kebir, Mürşid-i Kâmil Seyda’mız bu gerçekten nasibini almış, sürgünlere, takiplere, suikastlara muhatap olmuş fakat bütün bunlar irşadı engelleyememiştir. Ne mutlu o irşatlardan nasibdar olanlara.”
Kaynak: Kamer Vakfı Bülteni ve Gündüz Gazetesi.
“Ol deyince bütün âlemleri olduran, her şeyin sahibi mutlak hakimi Cenab-ı Rabbül alemine sonsuz hamda ve sena olsun. Selatü selam, âlemlere rahmet olarak gönderilen Cenab-ı Allah’ın en sevdiği kulu ve Resul’ü ümmeti olarak şereflendirdiğimiz “O” en güzele Hz. Muhammed (s.a.v) efendimize, sevgili ailen, ashabına, Saadet-i Kiram ve Gönüller Sultanı Seyda (K.S) Hazretlerine cümle Evliyaya ve mü’minlere olsun inşallah.
Esselamün Aleyküm ve Rahmetullahi ve beakatühü, Pek muhterem.. abi ve dünya ukba kardeşlerimiz, gönüller dostu sevgi, hürmet ve hasretle kucaklaşır muhabbetle büyüklerimizin ellerinden, küçüklerimizin gözlerinden öper aciz şahsımız ve ehl-i İslam hayır dualarınıza Cenab-ı Rabbül Âleminden niyaz ederim.
Muhterem abilerimiz ve gardaşlarımız…
Bu aciz satırları yazmamızın gayesi sizle gönüllerde helalleşmek içindir. Cümleniz hakkınızı helal edin hayır ve dualarınızı eksik etmeyin. Bizlerin varsa cümlenize hakkımız helal olsun. Rabbül Âlemin takdiri böyleymiş. Elhamdülillah biz acizlere takdiri ilahisine rıza göstermeyi nasip etsin, Rabbül Âlemin inşallah.
Bir haberde şöyle buyuruluyor: Ölüler için yapılan dualar nurdan tabaklarla onlara takdim olunur (Hadis-i Şerif).
Ölüye kendisinin üzerine yas tutması sebebiyle kabirde azab olunur. (Hadis-i Şerif)
İman sahibi Mevla’mıza kavuşuncaya kadar rahata eremez.
Esselamün Aleyküm ve Rahmetullahi ve Berekatühü. Haziran 1983” (Bkz. Remzi Çayır, Onlar Diridirler, Alperen Yayınevi -1987, Sayfa:97)
Peki ya, Alparslan Türkeş’in yol arkadaşı Ahmet Er Ağabeyimizin Manisa açısından önemi nedir derseniz, malumunuz bu değerli ağabeyimizin vefatının hemen ardından EnPolitik ve Bayburt Postasında yayınlanan “Bir Gönül Adamı Ahmet Er” makalemize bakıldığında (http://www.bayburtpostasi.com.tr/bir-gonul-adami-ahmet-er-makale,7450.html) önemi net bir şekilde görülecektir. Tabii Ahmet Er’in hatıraları bu makaleyle sınırlı değil, dahası da vardı elbet. Madem dahası var, o halde Horasani Gönül ağabeyimizin Kamer Vakfı Bülteninde ve Gündüz Gazetesinde yayınlanan iki önemli hatırasını atlamak olmazdı. Nasıl ki, Selçuk Duracık ve Halil Esendağ yazdığı mektuplarında Seyda Hz.lerini anmadan geçememişlerse, Ahmet Er Ağabeyimizde hatıralarına Seyda Hz.lerini katmadan geçememiştir. Öyle ki bu hatıra, hatıra olmanın ötesinde tarihe not düşülecek derecede öneme haiz tarihi bir vesika dersek yeridir. Madem öyle Ahmet Er Ağabeyimiz, Gönül Sultanını anlatırken kendi gönül dünyasına nasıl ışık olduğunu nasıl dile getiriyor, bu tarihi vesikaya bir bakalım:
“Yılını tam hatırlamıyorum. Bir gün manada bir büyük zat atının arkasına beni bindirdi. At havada uçuyordu ve mevcut atlardan farklı bir yapıya sahipti. Büyük zatın elinde kırbaç olarak büyük bir çınar ağacı vardı. Havada bir müddet seyrettikten sonra yere indik. Atı başıboş bıraktık. Derken yanımızda yardımcısı zuhur etti. Yardımcıya sordum. Bu at başıboş bırakılırsa kaçmaz mı dedim. Cevap verdi. O da bizim gibi tayyi mekândır... Yan yana yürüyoruz. Kendilerine sordum. Türk milletinin kurtuluşunu müjdeleyebilir miyiz? Cevap verdi. Bu arada tahta bir direğin dibine oturduk. Bana üç sual sordu. Bunlardan bir tanesi şuydu.. ''Maksadın nedir?..'' Türk İslâm Medeniyetini zamanımızda yeniden inşa etmektir. Cevabı beğendi ve başını eğerek tasdik etti. Bu manadan bir müddet sonra Menzil'e gittim. Seyda (k.s) Hazretleri ile ilk defa tanışıyordum. Mana âleminde atın arkasına beni bindiren O idi. Soru soran da O idi. Tanışmamız böyle oldu. Bilahare zaman zaman yanlarına uğradım. Vefatından bir hafta önce de Afyon'da görüştük. Sohbetinden aldığım ilginç satırlar şunlardı.
''Biz Hıristiyan âleminden korktuğumuz kadar Allah'tan korksaydık bu milletimize yeterdi''. Vefatından sonra da Seyyid Abdulbaki (k.s) Hazretleri, Seyyid Fevzeddin (k.s) Hazretleri'ne ve aile-i saadetlerine, kıymetli zatlara başsağlığında bulundum. Kendilerini mânâ âleminde birkaç defa daha gördüm.
1992 yılı Hac seferinde Mekke'de 13 hacı ile halifelerinden Molla Yahya Hazretleri başta olarak Seyyid Muhammed bin el Maliki Hazretleri tarafından kabul olunduk. Sohbetten sonra ''Muhammed Raşid Hazretlerine selâm söyleyin bana hususi duada bulunsun'' dedi. Kendilerine bu selam sağlığında iletilmiştir.
Bugün çeşitli bölge ve çeşitli gençlik kesiminde birçok kişi Seyda (k.s) Hazretlerinin sofisi olmuştur. Bu dergâhın genel vasfı şudur. Büyük bir iman ve muhabbet sofrasıdıdr. Millî ve manevî değerlerle süslü gençliğe büyük teveccüh ve tasarruf ettiğini manada da, zahirde de müşahede ettim. Osmanlı'nın çöküşü ile kapanan mana ehlinden istifade, bugünkü genç kuşak tarafından tekrar başlatılmıştır.
Şu anda vefatından sonra halifelik makamında bulunan Hakk dostlarının faaliyetleri ile inşallah yeni İslâm medeniyetlerinin doğmasında, gelişmesinde manevî bir ışık olarak yol gösterecektir.
MÜRŞİD-İ KÂMİL
Söze Allah'ın (c.c) adı ile başlarız. Elestü bi Rabbiküm. Cenab-ı Hakk Kalû Belâ'da kullarına böyle sesleniyordu. Ben sizin Rabbiniz değil miyim?
Beli, bütün ruhlar bu ilahi hitaba evet diye cevap verdiler. Bu âdemoğlunun hayatında yaptığı ilk ve en büyük, en şerefli mukavele idi.
Hani Rabbin âdemoğullarından onların sırtlarında zürriyetlerini çıkarıp kendilerini nefslerine şahit tutmuştu: ''Ben sizin Rabbiniz değil miyim?'' demişti. Onlar da evet (Rabbimizsin) şahit olduk demişlerdi. (İşte bu şahitlendirme) kıyamet günü ''Bizim bundan haberimiz yoktu'' demememiz içindi.
Ayette ''Daha evvel ancak atalarımız (Allah'a) şirk koşmuştu. Biz de onların ardından (gelen) bir nesiliz. Şimdi o batılı kuranların işlediği (günahlar) yüzünden bizi helâk mi edeceksiniz?'' demememiz içindi.
Merhum Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır bu ilahi mukavele ile ilgili şu beyanda bulunuyor:
''Bu mukavele ve bu misak-ı fıtri beşerin mebde-i dinisi, mebde-i medenisi, mebde-i hukukisi, mebde-i içtimaisidir.'' Evet, Cenab-ı Hakk bu mukavele ile yetinmemiş kullarını irşad için bu ilahi mukaveleyi (anlaşmayı) hatırlatan ve rahmetinin müjdelileri, azabının habercileri olmak üzere dünyamıza yüz yirmi dört bin peygamber göndermiştir. Bütün peygamberler kavimlerine ilahi mukaveleyi hatırlatmışlar ve, ''Ey kavmim Allah'a kulluk edin, sizin O'ndan başka tanrınız yoktur'' diye seslenerek ortak çağrıda bulunmuşlardır. Ve nihayet Resulü Kibriya, Hatemül Evliya, Hatemül Mürselin Fahri Kâinat efendimiz bütün insanların ve cümlenin peygamberi ve son haberci olarak dünyayı ve kâinatı şereflendirdi. Böylece hak dini Kur'an'ı ile Hak geldi'' batıl gitti. Ahlâk ve din tamamlandı. Sevgili Peygamberimiz son peygamberdir. Ancak Sevgili Peygamberimizin (s.a.v.) varisleri olan Veliler, hak dostları kıyamete kadar devam edecektir. İşte aziz Seydamız merhum Seyyid Muhammed Raşid Erol Hz. sevgili Peygamberimizin varislerinden biri, Veliyi Kebir, Mürşidi Kâmil, hak dostu bir büyüğümüz idi. 1992 yılında Hac gazasını ifa ederken Mekke-i Mükerreme'de Yahya Molla Efendi Hz. ile beraber onüç arkadaş (Ömer Özkan da vardı) Seyyid Muhammed bin El Mekki Hz. ziyaret etmiştik. Kendileri ehl-i sünnet vel cemaati savunan bir maneviyat ve cihat ehli idi. Adeta bir İdris-i Bitlisi idi. Bizlere döndü ve dedi: ''Kardeşim Muhammed Raşid'e selam söyleyin benim için hususi dua buyursun'' (Bu rica ulaştırılmıştır). Seyda’mız dünyada gerçek hürriyetini tadını, lezzetini tadanlardan biri idi. Öyle ya insan, imanı ve ahlâkı derecesinde hürdür. İnsan Allah'a kulluk şuuruna ermedikçe, kula kul olmaktan kurtulmadıkça beşeri münasebetlerde korku ve menfaat çemberini kırmadıkça, ihlâs ve Allah rızasını hayatımızın bütününe hâkim kılmadıkça kısacası Allah'ın ipine sarılmadıkça geçek hürriyete ulaşamaz.
Mahdumu alîleri Fevzeddin Hz.leri naklettiler: Seyda’mız buyuruyor ki Fevzeddin bir kâğıt kalem getir yaşımı hesap edelim. Hesap ettim. Altmış üç çıkıyordu. Hissettim ki altmış üçü geçmek istemiyordu. Altmış dört dedim. Yanlış hesap ettin bir daha hesap et. Altmış üçü geçmemesi lâzım dedi. Şeyh Ahmet Yesevi Hz. de sevgili Peygamberimiz (s.a.v.) altmış üç yaşında irtihal buyurdukları için ömrünün altmış üç yaşından sonraki bölümünü çilehanede geçirmişti. Seyda’mız da dünyadan altmış üç yaşında göç etmiştir. Vefatından iki hafta önce Afyon'daki bir sohbetinde ifade buyurdular ki, ''Eğer Hıristiyanlıktan ve yabancı devletlerden korkulduğu kadar Allah (c.c) 'tan korkulsaydı milletçe ve devletçe içinde bulunduğumuz sıkıntılara düşmezdik''
Kendileri hayatta iken bir mana âleminde sordum: ''Kurban, Türk milletinin ve İslamiyet’in yükselişini milletimize müjdeleyebilir miyiz?
Türk-İslam medeniyetinin doğuşunu milletimize müjdeleyebilir miyiz?
MÜJDELEYEBİLİRSİNİZ'' diye cevap buyurmuşlardı.
Bir Ramazan ayı içinde de sabaha karşı fakir haneyi şereflendirdiler ve şunları ifade ettiler:
''Sizler şimdiye kadar Şaban'ın (Büyük bir ihtimalle Şaban Veli Hz.leri olabilir) tasarrufunda idiniz. Şimdi hepiniz benim tasarrufumdasınız'' müjdesini verdiler.
Dünyada en çok meşakkat çekenler peygamberler, veliler ve onların yolundan yürüyenlerdir. Veliy-i Kebir, Mürşid-i Kâmil Seyda’mız bu gerçekten nasibini almış, sürgünlere, takiplere, suikastlara muhatap olmuş fakat bütün bunlar irşadı engelleyememiştir. Ne mutlu o irşatlardan nasibdar olanlara.”
Kaynak: Kamer Vakfı Bülteni ve Gündüz Gazetesi.