Almanya’nın ortalarında Frankfurt yakınlarında Bad Nauheim isimli küçük bir şehirdeyim. Burası hastalık geçirmiş insanların, özellikle kalp hastalarının rehabilite amacıyla gönderildiği bir kür şehri. Şehirde bu amaçla hasta kabul eden çok sayıda sağlık merkezi var. Ben de rahatsızlığım nedeniyle, hasta kasam tarafından buraya sevk edildim.
Günlük tedavi programından başka, şehrin büyük ve güzel parkında yürüyüşler yapıyoruz. Kaldığım odadan, ortasında küçük bir göl gibi bir havuz olan parkı ve şehrin içinden geçen nehri görüyorum. Her tarafı nadide ağaçlar ve çiçekler süslüyor. Sağlık merkezinde benden başka Türk hasta yok.
Yakındaki gazete bâyiinde Türk basınına ait gazeteler görüp alıyorum. Bu küçük dükkânın sahibinin Türk olduğunu anlayıp konuşuyorum. Daha sonra eşiyle de tanışıp, Denizlili bu genç hanımdan Bad Nauheim’de küçük bir Türk cemaatin ve çarşı içinde Ditib’e ait bir cami olduğunu öğreniyorum.
Programımın olmadığı bir öğlen sonrası, şehirde geziyorum. Buranın kür şehri olması nedeniyle çok sayıda hediyelik eşya satan dükkânları, kahve ve pastaneleri, kuyumcuları var. Ditib camisine uğruyorum. Namazdan sonra daha ziyade Batı Anadolu bölgemizden gelen oradaki vatandaşlarımızla konuşup, tanışıyorum.
Bu candan insanlar, benim Bayburtlu olduğumu öğrenince, “burada sizin çok hemşeriniz var’’ diyorlar. Ben “nerede” diye sorunca, “buraya 4 kilometre uzaklıktaki Friedberg kasabasında” diyorlar. Uygun bir zamanda bu şehre gitmeye ve hemşerilerimi görmeye karar veriyorum.
***
Almanya’da nadir görünen güneşin, yüzünü gösterdiği bir Pazar günü kahvaltıdan sonra yürüyerek Fiedberg’e gitmek üzere yola koyuldum. Nehir kenarından ve bahçeler arasındaki güzel manzaralı yollardan geçerek Friedberg’e vardım. Pazar günleri Almanya’da şehirlerin sokaklarında kimseyi göremezsiniz. Herkes evinde, kilisesindedir. Şehrin ana caddesinde rastladığım ve şansıma bir Türk vatandaşı çıkan ilk kişiye, Bayburtluların dernek binasının nerede olduğunu sordum. O da bana “Bu caddenin en sonuna kadar gidin orada göreceksiniz” dedi.
Bu arada kapıdan içeri girince salonda oturan 30-40 kişinin başı merakla bana çevrildi. Ben gencin sorusunu topluluğa dönerek “Selâmün Aleyküm! Ben Bayburtluyum” diyerek cevapladım. Böyle der demez herkes ayağa kalktı, bana geldi ve tek tek elimi sıktı. “Hoşgeldiz” dediler. Bir yer gösterip, etrafıma oturdular. Herkesle bir daha merhabalaştıktan sonra, kendimi tanıtıp, Bad Nauheim’de bir sağlık merkezinde kaldığımı söyledim. Çaylar geldi.
Bayburt’tan kimlerdensiz? Burada neydirsiz? Nerede kalırsız? Diye Bayburt ağzıyla sorular sordular. Almanya’nın ortasında kendimi Bayburt’ta Coruh kenarında bir kahvede veya Bayburt’un mahalle odalarından birinde zannettim.
Bu arada derneğin diğer odalarına çocuklar, gençler ve kadınlar girip çıktılar. Ben onlara cevap verdim. Onlar kendilerini anlattılar. Bayburt Aydıntepe’den gelmişler. Hepsi yıllardır burada yaşıyormuş. Çocukları burada büyümüş. Okullara gitmiş. Bayburtlu olarak geldikleri yeri unutmamışlar, çocuklarına da unutturmamışlar. Birbirlerine kenetlenmişler. Bir dernek kurmuşlar. Burası; camisi, lokali, spor kulübü ile gençlerin, çocukların, kadınların, yetişkinlerin geldikleri bir merkez olmuş. Kısaca burası ‘’Almanya’daki Bayburt’’ olmuş.
Kasım / 2009