Algı, gerçeklik, siyaset

Abone Ol
Türkiye’de siyaset sürecini belirleyen olaylardan biri de algı ve gerçeklik arasındaki ilişkiyle ilgilidir. Partilerin, liderlerin, siyasetçilerin, “sahip oldukları toplum algısıyla, toplumsal gerçeklik arasında bir tutarlılık” mevcut değilse, onların siyaseten bir başarı beklentisine sahip olmalarının bir anlamı olmayacaktır. Bir başka ifadeyle, “algıyla gerçeklik arasındaki mesafe” ne kadar genişse, buna dayanan siyasetin başarısızlığının boyutlarının da o kadar derin olacağını söylenebilir.

Bu noktada ortaya çıkan “vahim bir siyasi yanlış ise, olgu ve algı arasındaki tutarsızlığı, kurgulanmış, hazırlanmış bir senaryo ile gidermeye kalkışmak, moda tabirle algı operasyonu ile bunu yapmaya girişmektir. İşin daha vahim olanı ise, böyle bir meselenin bu tür müdahalelerle giderilebileceğine inanmaktır”. Toplum mühendisliği denilen, bu anti-demokrat anlayışı,  siyasette otoriterizmden-totalitarizme kadar uzanan çeşitli akımlarda görmek mümkündür.

Temeldeki çatlak

Muhalefet partilerinin 12 yıl boyunca girdikleri bütün seçimleri kaybetmiş olmalarının arkasında böyle bir problem vardır. Peki, neden böyle bir yanlış bir kere iki kere değil de sürekli yapılmakta, tekrar edilmektedir? Partilerin, siyasi aktörlerin toplum algısını belirleyen faktörlerin başında onların ideolojileri gelmektedir. AK Parti’nin tek başına bu kadar seçim kazanıp, uzun yıllar iktidarda kalmasının asıl sebebini, şüphesiz bu partinin toplum anlayışında dolayısıyla toplumsal sorunlara getirdiği siyasal çözümlerde aramak gerekir. “Bununla beraber, bu partinin karşısında yer alan muhalefetin, toplumsal gerçekliğe tekabül etmeyen siyaset anlayışlarının, onu ciddi bir rakipten mahrum bırakmış olmalarının da buradaki rolünü göz ardı etmemek lazımdır”. Üstelik yeni bir seçime iki aydan az bir süre kalmışken, ortada durumun değiştiğini gösteren hiçbir emare de gözükmemektedir. Bunun anlamı açıktır: Önümüzdeki seçimde de muhalefeti yeni bir hüsran beklemektedir.

CHP’nin toplumsal gerçeklikle, kendi ideolojisi, bu ideolojiye yaslanan söylemi ve onun ürettiği toplum algısına dayanan siyaset anlayışı bu konuda ciddi “bir örnek olay çalışması” olarak ele alınabilir. Bir anlamda, “CHP yönetimi Türk toplumundaki değişim süreçlerini anlamaktan uzak statik bir ideolojiyle siyaset yapmanın sorunlarını yaşamaktadır. Bu ideolojiye göre, çağdaş toplum diye çizilen model hâlâ pozitivist bir tasarıma dayanmaktadır. Bu modelde bu toprakların bin yılda ürettiği kültürel sentez bulunmamaktadır”. Bunun yerine Tanzimatçı anlayışın kavrayabildiği kadarıyla ortaya koyduğu ve idealize ettiği Batı modelinde bir toplum olmayı, bir hayat tarzını kurmayı amaçlayan, bunu 1930’lu yılların otoriter siyaset anlayışıyla, zihniyetiyle şekillendiren bir ideolojinin toplumsal mühendisliği yer almaktadır.

Yeni insan-yapay toplum

Bin yılın ürettiği kurumların tasfiye edilmesi ve yerli kültürün devlet zoruyla değiştirilmeye çalışılmasıyla, “yeni insan yaratma projesi” olarak bilinen siyasetin, tek parti yönetimine giden süreçte yerleşik hale getirildiği bilinmektedir. Bilimsel bilgiyi “inanılacak bir şey” zanneden bir anlayışın,  eğitimi “Batıcı-rasyonel-tarihsiz” yapay bir nesil yetiştirme faaliyeti olarak kurgulanmasının yarattığı netice, “devletçi-baskıcı otoriter bir siyasal rejim olmuştur”.

İşin daha da vahim tarafı, bu anlayışın dıştan kontrollü, otoriteryan bir kafa-düşünme tarzı yaratmış olmasıdır ki, bu “kafa yapısı, özgürlükten korkan, özgür düşünemediği için yaratıcılığı olmayan, ancak çıkarcılığa, hedonizme, bencilliğe açık bir kişilik tipolojisini ortaya çıkarabilmiştir”.

Bugün Türkiye’deki yenilikçi tutumun, başka bir zihniyet koduna sahip bulunan en azından, pozitivist davranış kalıplarının dışında kalabilmiş, gelenekle duygusal bağları olan “siyasi akımlardan gelmesi” tesadüf sayılmamalıdır. Yine toplumsal gerçeğe hâlâ müdahale etmeye çalışan bir siyaset anlayışının muhalefet tarzının, yaratıcılıktan uzak bir çeşit “anti- siyasette” saplanıp kaldığını görmek gerekir.