17 Aralık Operasyonu ve En Büyük Kaybımız

Abone Ol

 
Eğer ortada iyi bir diyalog var idiyse öncelikle o diyaloğu bozan mesuldür. Burada asla kabul edilemeyecek bir şey daha vardır ki o da, devletin içerisinde onun ilerleyişine engel bir güç unsuruna asla müsaade edilemeyeceğidir.
 
Bizim tarihimizde de, devletin bekasını tehdit edebilecek her “engel” gereken cevabını en üst seviyede almıştır. Bir devlet, herkese ortak derecede güven verebilmek adına asla içerisinde imtiyazlı bir zümre oluşturamaz.
 
Elbette her iki tarafta kendince argümanlar ortaya koyuyor. Bu argümanlarında hangisinin insanları tatmin edeceğini göreceğiz. Fakat bura başka bir sorun daha var; o da şu. Bu mücadelede, kendisini yaşananların bir tarafında tutan Cemaatin, millete hesap verme sürecinin dışında olmasıdır. Eğer bu yaşananların sonucunda onlardan gelen bir haksızlık olursa bunun hesabını onlar ne şekilde vermeyi düşünüyorlar?
 
Ortaya dökülen bazı kayıtlar dünyevi anlamda bir delil teşkil etmeyebilir. Peki, İlahi Adalette de delil teşkil etmeyecek mi? Orada da bu “Bükülmez Anayasa”ların bükülmezliğinden yararlanabilecek miyiz?     
 
Burada, Hükumet sandığa giderek hesap verebilecekken, onun karşısında duran ve belliki mevcut idareyle güç yarışına giren, artık cemaat olma özelliklerinden de çoktan uzaklaşıp dünyevi anlamda her faaliyeti kapsamına alan bir Cemiyet’in de kendisini artık siyasi arenada gösterme zamanı gelmiştir, bana göre.
 
Bir cemaat lideri artık “banka-hesap vs.” gibi konularda da adeta bir CEO gibi işler üstlenmişse bu artık, Cemaatin çok farklı bir yönetim anlayışı ortaya koymasını gerektirir. Orta yerlere dökülen ilişki ağları da bu gerçeği çok iyi izah ediyor.
 
Hiç kimse bu milletin aklıyla alay edemez. Yaşananların her biri bu milletin zihninde en iyi şekilde yansımasını bulmaktadır.
 
İşin başka bir yönü de güven kaybıdır. Bana göre bundan sonra Cemaat’te “hayır”toplama konusunda eskisi kadar “pür” olamayacak; aldığı her bağışı belgelemek zorunda kalacak. Öyle ya “bağış” diyen birine inanmayanın “bağış” demesine kim ve niye inansın. İşte oluşan tablo Müslümanların bu duyguları açısından acıdır. Ama mesele yine buna ik vesile olanın meselesidir. Fakat varsa bir hırsız hem bu dünyada hem de ahirette en ağır şekilde cezasını bulsun. İşte Cemiyet’in de bu yaşananların kendisini de etkileyeceğini iyi hesaplaması gerekirdi.
 
Herkesin “iyilik etme” anlayışı bu süreçten zede alarak çıkacaktır. “Acaba” diyerek insanların birbirine bakacağı zemini kimler oluşturduysa bu vebal onların omuzlarında olacak.
 
Bu anlamda bir hikâye hatırlıyorum. O hikâyede, çölde seyahat eden bir kervan sahibinin, kendisine yemek verdiği bir hırsız tarafından soyulunca söylediği bir cümle var. O cümlesinde kervan sahibi hırsıza şöyle sesleniyor. “Benim her şeyimi aldın; hiçbirine üzülmedim. Ama benim iyilik etme ve merhamet duygularımı da aldın ya işte en çok ona üzüldüm.” 
 
İşte, merhamet ve iyilik duyguları yüksek bu ülkenin, “iyilik etme” duygularının zarar görmesi bu süreçteki en büyük kaybımızdır.
 
Birileri bunu yaparken en temel dayanaklarımızdan, birleştirici haçlarımızın bizi koparıyor aslında. Olanda “merhamet” duygularımıza oluyor.
 
İşte bu anlamda sorgulayanın, sorgularken asla zerre kadar da olsa şüphe uyandırmaması gerekir. Herkesin bozulduğu, ihtilafa düştüğü, anlaşamadığı yerlerde bizi, bu ülkeyi feraha çıkaracak olan şey içerisinde “nokta” kadar dahi olsa siyah barındırmayan adil, saf, bembeyaz hukukumuz ve hukukçularımız olacaktır.