1. Dünya Savaşı’nın 100. Yılı

Abone Ol

Birinci Dünya Savaşı, 1914 Ağustos’undan 1918 Kasım’ına kadar süren, çok geniş bir bölgeyi içine alan uluslararası paylaşım savaşıdır. Günümüzdeki “Büyük Ortadoğu Projesi” 100 yıl önceki bu savaşın devamıdır. 

Son yıllarda Türkiye, Balkanlar, Kafkaslar ve Ortadoğu’da adına “Arap Baharı”  denen; Suriye, Irak, Filistin, Libya, Mısır ile Tunus’taki savaş ve huzursuzlukların başlangıcı yüz yıl önce yapılan 1.Dünya Savaşı’na kadar gitmektedir. Batılı sömürgeci ülkelerin bu coğrafyada kendi çıkarları için yaptığı yeni projeleri (BOP) ve çizdikleri yeni sınırları anlamak için 100 yıldır süren ve bitmeyen bu savaşı yeniden öğrenmek ve dersler çıkarmak zorundayız. 

1. Dünya Savaşı’nın sebepleri 

18. Yüzyı1da Sanayi Devrimi’ni gerçekleştirerek gelişen ve zenginleşen İngiltere, dünyanın her yanına yayılmış sömürgeleriyle, büyük bir imparatorluk kurmuştu. 19.yüzyılda Almanya, Fransa, Japonya, ABD gibi bazı ülkeler de hızla sanayileşmeye başladılar ve 19.yüzyılın sonlarına doğru özellikle Almanya İngiltere’ye ciddi bir rakip oldu. Büyüyen ekonomisinin ve artan nüfusunun ihtiyaçlarını karşılayacak sömürgeler bulmak için dünyaya açılmaya çalışan Almanya’nın birçok yerde İngiltere ve Fransa ile çıkarları çarpışıyordu. Bu sömürgeci güçler Osmanlı İmparatorluğu’nun topraklarındaki zengin ham madde kaynakları, özellikle petrol için karşı karşıya geldiler.

1914’de Osmanlı İmparatorluğu 

Falih Rıfkı Atay, Türkçenin bir şâheseri olan “ Zeytin Dağı” adlı eserinde: “Bizim İmparatorluk” başlığı altında 1914 yılındaki Osmanlı İmparatorluğu’nu şöyle anlatır; “Zeytindağı’nın tepesindeyim. Lût denizine ve Gerek dağlarına bakıyordum. Daha ötede, Kızıl denizin bütün sol kıyısı, Hicaz ve Yemen var. Başımı çevirdiğim zaman Kamame’nin kubbesi gözüme çarpıyor. Burası Filistin’dir. Daha aşağıda Lübnan var; Suriye var; bir yandan Süveyş Kanalı’na, öbür yandan Basra körfezine kadar çöller, şehirler ve hepsinin üstünde bizim bayrağımız! Ben bu büyük İmparatorluğun çocuğuyum.”(1)

Evet,  1914’de Kudüs bayrağımızın gölgesinde idi. Beyrut, Amman, Şam, Bağdat, Halep, Hama, Humus, Kerkük, Basra, Kerbelâ, Mekke, Medine bizimdi. 

Birinci Dünya Savaşı nasıl başladı?

Önemli sebebini yukarda açıkladığımız büyük savaşı, Saraybosna’da bir Sırp milliyetçisinin Avusturya Macaristan veliahdını öldürmesi tetikledi ve Avusturya- Macaristan 28 Temmuz 1914’de Sırbistan’a savaş ilân etti. İttifak Devletleri; Almanya, Avusturya-Macaristan karşısında İtilaf Devletleri; İngiltere, Fransa ve Rusya vardı.

Türkler 1.Dünya Savaşı’na neden ve nasıl girdi?

Osmanlı Devleti harbe katılmadan kısa bir müddet önce sadrazam Said Halim Paşa’nın Yeniköy’deki yalısında Türk- Alman İttifak Anlaşması’nı imzaladı. Bugün Türkçe metni hâlâ kayıp olan bu anlaşmadan, Osmanlı Devleti yöneticileri arasında yalnızca 3 kişinin haberi vardı.(2) Bu kararın sorumluluğunu taşıyanlar; Mısır prensi Said Halim Paşa, Osmanlı Devleti’ne isyan eden bir adamın torunu idi. Enver Paşa, hızla rütbeler almış, Almanların güvenini kazanmış bir subaydı. Talat Bey, postahânede çalışan bir memur iken paşa ve sadrazam oldu, ancak servet, ganimet peşinde bir adam değildi. Cemal Paşa, hızla Paşalığa yükseltilmiş bir askerdi.

Türklerin beklentileri tam olarak bilinmemekle birlikte, Almanların bu anlaşma ile elde etmek istedikleri çıkarlar çok açıktı.  İngiliz, Fransız ve Rus kuvvetlerinin karşısına Türk ordusunu getirerek Alman kuvvetlerinin yükünü hafifletmek,  Türk topraklarının ham madde ve ürünlerinden yararlanmak,  Rus, İngiliz hâkimiyeti altında bulunan Müslüman ülkelerde isyanlar çıkartarak bu ülkelerin silâhlı kuvvetlerini zayıf düşürmek idi. Anlaşmadan sonra Alman generalleri; Usedom, Kress, Falkenheim, Schellendorf, Bronfeld, Liman von Sanders, Seeckt, von der Goltz Osmanlı Genelkurmayı ve ordusunda en önemli görevlere getirildi. Böylece Osmanlı ordusu Alman Genelkurmayı’nın emrine verildi.   

1914 Ağustos’unda Almanya’nın Goeben ve Breslau zırhlıları Çanakkale’den içeri girerek sularımızda gizlendi. Almanlar görünüşte bu gemileri Osmanlı Devleti’ne devretti ise de, personeli görevlerinde bıraktı. Amiral Souchon Karadeniz filosu komutanı oldu. Bundan sonra Çanakkale ve İstanbul Boğazları mayınlandı.

Savunma hazırlıklarına gidildi. Seferberlik hazırlıkları yapıldı. Avrupa’da Batı Cephesi’nde Marne’de çakılıp kalan Almanlar harbin uzayıp gideceğini anlayıp Türkiye’den derhal; Çanakkale’nin kapatılmasını, Alman Ordusu’nun yükünü hafifletmek amacıyla Kafkasya’da Rus kuvvetlerinin karşısına Türk ordusunun gelmesini, İngiliz ve Rusların Müslüman sömürgelerinde karışıklıklar çıkarmak amacıyla Kutsal Cihâd’ın ilan edilmesini istediler. Almanlar buna karşılık, istemeyerek kapitülasyonları kaldırmayı kabul ettiler. Nihayet, Kasım 1914’de Amiral Souchon Karadeniz’e açılıp Rus limanlarını bombaladı. Rusya, Fransa ve İngiltere elçilerini çekerek Türkiye’ye harp ilân etti. Böylece Türkiye Birinci Dünya Savaşı’na girmiş oldu. “Başını Almanya’nın mukadderatına bağlayan Osmanlı İmparatorluğu için artık, Cermen emelleri karşısında hazır ol vaziyeti ile emir beklemekten başka yapacak şey kalmamıştı.”(3)

1914 Dünya Savaşı

Kutsal Cihâd’ın ilân edilmesi büyük hatâ idi. Meşrutiyeti yapan komitacılar hâlâ çetecilik ve macera rûhuna doymamışlardı. Ciddî ve hesaplı bir fikre ve hazırlığa dayanmayan Teşkilat-ı Mahsusa harbin gidişatına tesir etmekten uzaktı. Ordunun silâhı, donanımı iyi değildi. Cemal Paşa Suriye’de gaddar bir siyaset izledi. Mısır fatihliği uğruna giriştiği Kanal hareketi hesapsız, kitapsızdı. Binlerce askerimizin hayatına mal oldu. “Harp içinde iki müttefik; Almanya ve Türk ordusunun subayları arasında en hafif bir birlik ruhu ve muhabbet eseri yoktu. Alman komutanların hatıratı savaşan müttefiklerden dahi söz etmez, başarı ve düzen onlara aittir.”(4)

1914 Savaşı’nda Araplar gerek hükümete, gerek Hilafet makamına muhalefet ve isyan havası içinde bulunuyorlardı.  Fransızlar; okulları, hastahaneleri otelleri, eğlence yerleri ve kültür kurumlarıyla Arap ülkelerine sokulmuşlardı. Araplar geleceklerini Türklerin kaderi ile birleştirecekleri yerde ıslahat parolası adı altında bağımsızlık peşine düşmüş ve çeşitli yollardan faaliyete geçmişlerdi. 

Sarıkamış Faciası

1915 yılında kara kışta iki yüz bin kişilik aç, çıplak, donanımsız ordunun bütün ikazlara rağmen hücuma geçirilmesi bir çılgınlıktı. Şiddetli soğuk, korkunç açlık, bâzı kumandanların gaddar ve görülmedik idaresizlikleri bu faciayı meydana getirdi. Sarıkamış hezimeti doğu vilayetlerimizin Rusların eline düşmesine sebep oldu. Erzurum, Trabzon, Bayburt, Gümüşhane, Bitlis, Muş’u düşman işgal etti. Rus ordusuyla gelen Ermeniler, Ruslarla birlikte Müslüman Türk halkını kılıçtan geçirdi. Bu durum Ermeni tehcirinin haklılığını ortaya koyar. 

Çanakkale Muhârebeleri

Kafkasya cephemizde bir ordumuz erirken 1915 yılında Çanakkale’de Türk târihinin bir kahramanlık destanı yazıldı.

Çanakkale, 1. Dünya Savaşı içinde bir muharebe olmasına rağmen bir harp karakterine bürünmüş savaştır. Müttefikler Balkan savaşında Türk ordusundaki panik ruhuna bakarak Çanakkale’yi çabucak geçeceklerini, İstanbul’u alacaklarını, Rusya’ya ulaşacaklarını ve karşılıklı yardımlaşmanın olacağını zannettiler. Böylece Rusya-İngiltere ve Fransa kuvvetleri arasındaki Türk barajını ortadan kaldırmayı düşündüler.

Ancak 18 Mart 1915 günü 18 Türk mayını İngiliz Fransız donanmasını durdurdu. Türk topçu tabyaları dünyanın en büyük donanması karşısında herkesi şaşırtan bir direnç göstererek zafer kazandı.

25 Nisan 1915 günü ise karaya büyük bir çıkartma yapan düşman kuvvetleri burada da Türk ordusunun büyük direnişi ile karşılaştı. Bundan sonra on bir ay süren kanlı bir savaş oldu; Türk ordusundaki her tümen, her birlik, her kumandan vazifesini yapıp, düşmanı arkasındaki büyük donanma desteğine rağmen durdurdu. Mustafa Kemâl gibi dâhi bir subayın kumandasında askerlerimiz Anafartalar ve Arıburnu’nda büyük kahramanlıklar gösterdi.

Çanakkale zaferi târihin seyrini değiştirdi. Bu projenin sahibi Britanya Deniz Bakanı Winston Churhill istifa etti.  Müttefiklerinden yardım alamayan Rusya çöktü ve Bolşevik ihtilali oldu, Çarlık alaşağı edildi. Rus kuvvetlerinin başsız kalıp dağılmasından faydalanan Türk birlikleri doğu vilayetlerimizi kurtarma yoluna gitti. Geri çekilen Rusların yerlerine bıraktığı Ermenilerle Türkler arasında kanlı bir boğuşma başladı. Boğazların kapalı olması Almanların Bağdat demiryollarından faydalanmasını sağladı. Çanakkale de 200 binden fazla evlâdını kaybeden Türkler özellikle burada ve diğer cephelerde okumuş yazmış bir nesli kaybetti.

Emperyalizmin 1.Ortadoğu projesi 

Çanakkale’de mağlup olan İtilaf Devletleri, Osmanlının savunması daha zayıf olan Arap vilâyetlerine yöneldi. Buradan ilerleyerek Osmanlı Devleti’ni yenmeyi planladılar. Bu proje ancak Arapların Osmanlı hâkimiyetine isyan etmesiyle başarılı olabilirdi.

1915 Ekim’inde Mısır’daki Büyük Britanya Yüksek Komiseri Sir Henri McMahon Mekke Şerifi Hüseyin’e; Büyük Britanya’nın Arapların bağımsızlığını tanımaya hazır olduğunu bildiren bir mektup yazdı. Bu târihî yazıyla Osmanlı İmparatorluğunun parçalanması teklif ediliyordu.  Araplar, Osmanlıyı yere serme planında İngiltere’nin kendilerinden istediklerini yerine getirdiler.1916 Haziran’ında Osmanlı Devleti’ne isyan ettiler Sina yarımadası üzerinden Şam’a doğru yürüyen İngiliz birliklerine yardım ettiler. Arapları hazırlayan daha sonraları “Arabistanlı Lavrens” diye anılacak olan Britanyalı arkeolog ve ajan Thomas Edward Lawrence’di. Fakat İngilizler açık kartlarla oynamıyordu. Lavrens  1916 başında gizli bir yazısında “Arap isyanı İngiliz İmparatorluğu’na  faydalı olacak, çünkü İslam bloğu böylece parçalanacak ve bizim Osmanlı Devleti’ni yenmemizi sağlayacak ”diyordu. Şerif Hüseyin ve oğullarının hayâl ettiği birleşik millî Arap devletini Britanyalılar aslında kesinlikle istemiyordu. Lavrens, Türklerden sonra kurulacak Arap devletleri bizim için tehlike olmaz. Araplar Türklerden dayanıklı değil. Onlarda, birlik olmak için yetenek yok, küçük, kıskanç kabile adamları…”diyordu.(5)

McMahon Şerif Hüseyin ile mektuplaşırken Britanya milletvekili Sir Mark Sykes, Fransız diplomat Georges Picot ile bu mektupların rûhuna uymayan bir anlaşma hazırlıyordu. Buna göre Osmanlı Devleti’nin kuzey vilayetleri Fransa’ya, güneydekiler Britanya’ya bırakılıyordu. Sykes–Picot anlaşması kesinlikle emperyalist bir belge idi. Buna göre bölgede yaşayan halkların etnik yapısı ve tarihi geçmişi göz ardı edildi. Modern Ortadoğu bu belgeye dayanarak inşa edildi. Sınırlar cetvelle çizilerek yapay ülkeler oluşturuldu. Osmanlıdan arta kalan bölge her an karıştırılabilir ve yönlendirilebilir hale getirildi. 

2 Kasım 1917’de Britanya Dış işleri bakanı Artur James Balfour Londra’daki Siyonist Federasyonu’na Filistin’de Yahudiler için bir millî Yahudi Devleti kurulmasını destekleyeceklerini açıkladı.  ABD başkanı Wilson 1917 Ocağında savaşa girmeden önce “Her halk kendi kaderini kendi belirlemelidir” dedi. Galiba Wilson’un bu sırada Sykes-Picot anlaşmasından haberi yoktu.1918 yılında doğu Akdeniz’de Mondros Ateşkes anlaşmasıyla savaş bitti. Osmanlı İmparatorluğu yenildi ve topraklarını galip devletler işgal etti. ABD Başkanı Wilson 1919 başında Paris’te barış görüşmelerinde Britanya Başbakanı Lloyd George ve Fransız meslektaşı Clemenscou ile buluştu. Ganimet paylaşımında anlaşmazlık çıktı. Wilson anlaşmazlığı çözüm için Suriye ve Mezopotamya’da halklara Fransız veya İngiliz mandasını isteyip istemediklerinin sorulması görüşünü ortaya attı. Aslında Suriye, Mezopotamya ve Filistin’deki halklar her iki devletin de mandasını istemiyordu.

İngiliz ve Fransızlar bu teklifi kabul etmiş görünse de çoğu yerde soruşturmayı yapan Amerikalı King ve Crane’ komisyonunu engellediler. Aslında Amerikalı bu komisyonun raporlarından Suriye ve Mezapotamya’da tarafsız(!) Amerikan mandası teklifi çıktı. Bunun yanında Amerikalıların raporunda Anadolu’da Ermenistan mandası, Türklere ait olmayan Konstantinopel devleti, Anadolu’da da Türklere bırakılacak küçük Türk devletinin bile manda altına alınması gibi sonuçlar vardı.

Ancak Wilson’un hastalığı yüzünden bu rapor rafa kaldırıldı. Bir Arap devleti yerine galip devletler Ortadoğu’yu paylaştılar. “Savaşın sonunda Osmanlı Devleti’nden koparılan Lübnan, Suriye Fransız mandasına verilirken, Filistin, Ürdün, Irak İngiliz mandasına alındı. Büyük Britanya Sömürgeler Bakanlığı işte o zaman İstanbul Boğazı’ndan Hindistan’a kadar olan bölgeye “Ortadoğu” denilmesini kararlaştırdı. Böylece ilk büyük Ortadoğu projesi hayata geçirildi.” (6)

1. Dünya Savaşı’nın sonu          

İngiliz- Fransız kuvvetleri Selanik cephesini yararak Bulgar Ordusu’nu yere serercesine ezip ve ayrı bir anlaşmaya mecbur etti. Osmanlı Devleti’nin Avusturya Almanya bağlantısı kesildi. Irak ve Suriye cephelerinde kontrol düşman kuvvetlerinin eline geçti. Falkenheim, Filistin Cephesinde İngiliz taarruzunu önleyemedi. Kudüs, savaşın tahribatına uğramasın diye düşmana teslim edildi. General Allenby 8 Aralık 1917’de Kudüs’e girdikten sonra Britanya Başbakanı Lloyd George bu zaferi şöyle kutladı; “General Allenby’in adı Haçlı Seferlerinin sonuncusu ve en şereflisinin galibi olarak her zaman hatırlanacaktır.”(7)

Filistin’de İngiliz taarruzu karşısında hezimete uğranması ve 1 Ekim 1918’de Şam’ın düşmesi üzerine Talat Paşa hükümeti 5 Ekim 1918’de İngiltere ile ateşkes sağlamak için ABD’nin arabuluculuğuna başvurdu. 8 Ekim’de Talat Paşa kabinesi istifa etti. Yeni hükümetin Bahriye Nazırı Rauf Bey(Orbay) Limni adasının Mondros limanında demirli Agamemnon Zırhlısının güvertesinde 4 gün süren çalışmadan sonra 30 Ekim 1918’de ateşkes antlaşmasını imzaladı.

Bu herhangi bir harbin sonunda imzalanan mütarekeye benzemiyordu. Mondros ateşkes anlaşması Türkiye’nin müttefikleri Hristiyan ülkelere yüklenenden çok ağır şartlar taşıyordu. 

Kısaca, Osmanlı İmparatorluğu başlarında İngiltere’nin bulunduğu itilaf devletlerinin eline ve keyfi idaresine bırakılıyordu.(8)İngilizler bütün Türkiye’yi son derece sert bir şekilde ezme yolunu seçti. Türkler silahsız, ordusuz, parasız kaldı.   Mondros’un açtığı kapıdan girecek olan barış, Sevr adı altındaki îdâm fermanı idi. Ve devlet böylece günün birinde kendi idam fermanını da imzâlayacaktı.

Osmanlı Devleti 4 yıl süren savaşta 2 Milyon 80 bin genci vatan hizmetine çağırdı. Türkler bu savaşta bütün yokluklara, yanlış kararlara rağmen, değişik cephelerde zaferler kazandı, ancak yenilmekten kurtulamadı. Kayıp sayımız 984 bindir. Kayıp oranımız yüzde 46’dır. 

Müttefikimiz Almanya’nın kayıp oranı yüzde 6’dır. Savaşın başında devletimiz 3 milyon kilometre karedir. Yani savaşta 2 milyon 200 bin kilometre kare kaybettik.1914’deki vatanımızın yüzde 70’i artık millî sınırlarımız dışındadır. Artık bizim olmayan o toprakların her kilometre karesinde 22 Mehmet’imizi ebedi uykusuna bıraktık. (9)

Birinci Dünya Savaşı’nda Batı, Osmanlı topraklarını yağmalayıp Yahudi Devleti’ni oluşturarak ilk “Büyük Ortadoğu Projesi’ni hayata geçirdi. Bu proje ile vatanımız Anadolu’da elimizden alınacaktı. Türkler o ölüm kalım gününde, Atatürk’ün önderliğinde milliyetçi bir ruhla kan ve ateşten geçerek, emperyalist güçlerle çarpışarak zafer kazandı ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni kurdu.  

Emperyalist Batılı devletler günümüzde ilkinin devamı olan, kendi çıkarlarına uygun biçimde Türkiye’nin de sınırlarının değişmesini öngören Büyük Ortadoğu Projesi için yeni haritalar ve sınırlar çiziyor. Türkiye’den yeni Şerif Hüseyinler buluyor. Ancak Türk milleti 100 yıl önce mazlum milletlere örnek olan mücadelesini yeniden yapacak güçtedir!
 
Kaynakça:

1.Falih Rıfkı Atay, Zeytin Dağı, Meb, İstanbul, 1989
2.Prof.Lothar Rothmann, Alman Emperyalizminin Türkiye’ye girişi, Belge yay. İstanbul,1982 (Çev. R.Zarakolu)
3.Sâmiha Ayverdi, Türk Târihinde Osmanlı Asırları, Cilt 3,Damla Yay. İstanbul, 1976
4.İlber Ortaylı, Osmanlı İmparatorluğu’nda Alman Nüfuzu, Alkım Yay. İstanbul, 2006,s.175  9.Baskı
5.Bernhard Zand, Hundert Jahre Krieg, Spiegel, Hamburg, 2014/5
6.Banu Avar, Böl ve Yut, Remzi Kitabevi, 5.Basım, İstanbu,2009
7.Doğan Avcıoğlu, Milli Kurtuluş Savaşı, 1.Cilt. Tekin Yay. İstanbul, 1985
8.Stanford J. Shaw, Ezel Kural Shaw, Osmanlı İmparatorluğu ve Modern Türkiye, 2.Cilt,E Yay. İstanbul, 1994
9.İlhan Bardakçı, Târihten Bugüne, Hülbe Yay, Ankara,1983,s.233